Dinî-imanî dalâlet ayrı, siyasî-içtimaî dalâlet ayrı. İkisinin birbirine benzeyen yönleri olmakla beraber, yine de birbirinin tıpkısının aynısı değiller.
“İmanî dalâlet” maazallah, kişinin ebedî hayatını yakar, mahveder. Daimî bir şekavete, perişaniyete sebebiyet verir.
Siyasî dalâlet ise, bunun ind-i İlâhî’den ne derece kerih ve nasıl bir cezaya tekabül ettiğini bilemiyoruz. Ancak, bunun şu dünya hayatına, toplumun iç huzuruna, mü’minlerin vahdet ve ittihadına çok büyük acı ve zarar verdiği kanaatindeyiz.
Bu dehşetli zararı misallendirmek hiç zor bir şey değil. Düşünün ki, ülke genelinde bir seçim yapılıyor, yahut referanduma gidiliyor. Taraflar, gayet normal olarak kendi doğrularını, plan, proje, vaat ve taahhütlerinin yanı sıra, karşı tarafın da hatalarını, eksiklerini, yanlışlarını dile getirir.
Bu çerçevedeki bir seçim yarışı, demokrasinin sınırlarını da zorlamadan, insanlarını birbiriyle vuruşturmadan, sandık gününe kadar devam eder, gider.
Ama, bir de düşünün ki, birileri çıkıyor ve yapılmakta olan seçimin-referandumun aslında bir “Mü’min-Müslüman sayımı” olduğu iddiasında bulunuyor. Ya da öyle demeye getiriyor. Yani, normal demokratik şartlardaki bir siyasî yarışı tutup “iman-küfür” ekseni üzerinde oturtmaya çalışıyor.
İşte, bu tip kimseler, hiç şüphe yok ki, bilerek yahut bilmeyerek bir siyasî dalâletin içine düşmüşlerdir.
* * *
Aynı siyasî dalâletin diğer bazı tezahürlerini ise, günümüzdeki seçim atmosferinde de açıkça şahit olmaktayız.
Bakıyorsunuz, birileri değil, bir çokları çıkıyor ve bir parti menfaati doğrultusunda bütün millî-manevî değerleri ayak altında paspas gibi kullanırcasına şunları söyleyebiliyor: Bizim partiye oy verenler yerli ve millîdir; diğerleri yabanî ve ecnebi tarafı. Bizim lidere oy verenler, İslâm birliğine taraftır; diğerleri İslâm düşmanlarının tarafı, terör yandaşı, ecnebi kuklası, vesaire...
Evet, işte etrafta sıkça görüp duyduğumuz bu ve benzeri tarzdaki sözlerin sahibi kimseler, hiç tereddütsüz bir tür siyasî dalâletin içine düşmüş vaziyetteler; orada da patinaj yapıp duruyorlar.
Bir kısmı, hani belki kurtulur inşaallah; ama, bir kısmının günahı o derece artıyor ve ağırlaşıyor ki, büyük bir kayıp ve hüsran yaşaması kuvvetli ihtimal dahilinde görünüyor. Ne diyelim, Allah encâmımızı hayreylesin...
GÜNÜN TARİHİ: 4 Haziran 1898
Koca Yusuf
Bir cihan pehlivanı olan Koca Yusuf, güreş musabakası için gittiği ABD dönüşünde, Atlas Okyanusu’nda meydana gelen bir deniz kazası neticesi vefat etti.
Fransız bandıralı La Bourgogne isimli transatlantikle Amerika'dan ayrıldığında tarihler 21 Mayıs 1898'i gösteriyordu. Yoğun sis vardı ve gemi kaptanı ezbere bir güzergâh takip ediyordu. Azor Adaları yakınlarında, Koca Yusuf'un içinde bulunduğu gemi büyük bir gürültü ile yine Fransız bandıralı Cromartyshire isimli şileple çarpıştı.
Kazada tam 670 yolcu boğuldu. Çoğu gemi mürettebatından olan 41 yolcu, filikalar sayesinde kurtulabildi. Boğulanlardan biri de Osmanlı pehlivanı Yusuf İsmail idi.
***
@salihoglulatif:
Zikir ve ibadet zamanında veya zemininde, hayır ve hasenat vaktinde veya mahallinde bile bir kimse küfür ve hakarete yöneliyorsa; şeytanı melek, meleği şeytan gibi gösteriyorsa, o kimsenin dini siyasete, imanı iktidara kanalize olmuştur. İnsanlıktan çıkmaya da az kalmış demektir.