Bundan iki ay kadar evvel (5 Aralık 2014) “Dersin âhengini bozma hastalığı”ndan söz etmiştik. İyi de oldu. Cenâb-ı Hak tesirini halk etti. Bazı yerlerde bu fenâlığın önüne geçildi.
Bu yazıda ise, umûr-u hayriyenin bir başka muzır mânisinden bahsedelim. İnşaallah, bu da istifadeye medar olur.
Asıl konu: “Risâle dersi” adı altında, bilerek-bilmeyerek yapılan sulandırma çabaları, yahut alışkanlıkları...
Gûyâ “Risâle-i Nur’dan ders” yapıyorlar. Gerçekte ise, Risâle-i Nur’un ruhu, mânâsı, mahiyeti, halâveti, ulviyeti, kudsiyeti ile ülfet ve ünsiyet peydâ etmeyen ve bilhasa ders yapma tarzıyla, usûlüyle, üslûbuyla, âdâb û, erkânıyla, vakar ve ciddiyetiyle bağdaşmayan ne varsa, hepsini getirip aynı dersin içine katmaya çalışıyorlar.
Bakıyorsunuz, Nur Külliyatından bir Risâleyi almış koymuş önüne. Açmış bir bahsi; siz de usûlüyle, edebiyle okuyacak zannediyorsunuz. Fakat, heyhât! Daha iki satır okumadan, başlıyor adam o ân için aklına gelen her türlü sululuğu, şaklabanlığı yapmaya.
Siz de, tam “Dersi dinliyorum, konuyu kavramaya çalışıyorum” moduna girmiş iken, birden hayretler içinde kalarak daldan dala atlayan bir “stand up”çıyı seyretmeye başlıyorsunuz.
Gördüğünüze, işittiğinize inanmakta zorlanmakla beraber, ders nizamı içinde veya Risâle’den ders yapma adı altında, bir bir şunların ortaya saçıldığına şahit olmaktasınız:
- Yüksek dozda el-kol, kaş-göz oynatmalarıyla jest-mimik hareketleri.
- Risâle’den bir cümle okuduktan sonra, bir-iki sayfa kadar lâf salatası.
- Araya sıkıştırılan argo tâbirler, sokak ağzı kelimeler, “bâtılı tasvir” mânâsındaki misâllendirmeler ile zihinlerin fütûrsuzca idlâl edilmesi.
- Dikkatleri canlı tutma adına abartılı hatıralar, tuhaf ses ve görüntü halleri, bid’akâr arka plân komposizyonları, isim isim abi-kardeş diyalogları, yahut monologları.
- Risâledeki (me’hazdaki) kuvvet ve kudsiyeti nazara vermekten çok, şov yapma, şahsını nazara verme, maharetini sergileme, kendini pazarlama-reklâm ettirme tribleri.
- Anlatımları etkili kılma adına aşk-cinsellik çağrıştıran, korku-cinayet barındıran, kanlı-irinli tasvirleri canlandıran mebzul miktarda ajitasyonları işin (filmin) içine katma becerileri.
- Bir dâne-i hakikatin yanına, asgarî on adet hurâfe ilâve etme atraksiyonları. Vesâire...
Hurafe, en sinsi tahrip kalıbıdır
Söz konusu hurafe yüklü “Risâle dersleri”ni câzip hale getirmek için, ayrıca birbiriyle yarışan kişiler ve klikler var. Vakıa, bunda bir derece başarılı da oluyorlar. Meselâ, internet üzerinden de yaydıkları video görüntüleriyle kendilerine bir “hayran kitlesi” vücuda getiriyorlar.
Sosyal medyadaki bu hayran kitlesinin mutlak ekseriyetini gençler ve bilhassa genç hanımlar teşkil ediyor.
Hadiseye bu nokta-i nazardan bakıldığında, görüntüdeki tablo adeta “Ey Türk gençliği!” diye başlayan hitabenin “dindar versiyonu”nu çağrıştıryor. Yani, İslâm milletinin altı kısmından biri olan “gençler” asıl hedef kitlesi olarak seçilmiş görünüyor.
Bu yem oltasına gelen, bir başka ifadeyle bu câzip pervâneye kapılanların özellikle “genç kızlar-hanımlar” olması ise, Tesbihattaki o “Min şarri, min belâi, min fitneti...” diye yapılan acip duânın ne kadar yerinde ve ne derece ehemmiyetli olduğunu derhatır ettiriyor. (Bu meyandaki feci tahribatın daha ileri boyutunu nazara vermeyi uygun görmeyerek şimdilik tehir ediyoruz.)
* * *
Evet, maalesef hurafelerle iyice zıvanadan çıkmış ve şirazesi bozulmuş bir vakıadan bahsediyoruz
Hurafe ise, dinler tarihi şahittir ki, bütün hak dinler ve hak dâvâlar—haricî saldırılarla değil—dahildeki hurafelerle, bid’alarla ve hakikatin özüne-ruhuna yönelik yapılan saptırma ve sulandırmalarla yıkılmış.
Keza, her bâtıl bir mezhebin-meşrebin içinde de birer dâne-i hakikat bulunabilir. Fakat, o hakikat dânesi, ekseriyetle safları avlama-tavlama malzemesi veya aldatmaya yarayacak bir istismar âleti olarak kullanılır.
Kişi, o hakikat pırıltısı ile avlanır, fakat hak dairede asla muhafaza edilemez. Bir adım sonrası yol ayrımı, inhiraf ve nihayet helâk edici uçurumlara yuvarlanmaktır.
* * *
Sevgili gençler! Bir inanç, bir fikir, bir ideal uğruna sinema, tiyatro, piyes, skeç, stand up vesâir san’atlarda maharetinizi pekâlâ sergileyebilirsiniz. İnsanları güldürmek için komiklik de yapabilirsiniz.
Bunda bir sakınca, bir mâni yok.
Fakat, bu gibi şeyleri “Risâle dersi” adı altında asla yapamazsınız ve yapmamalısınız. Asıl itirazımız bunadır.
“Ders usûlü”ne dair
Risâle-i Nur’daki dersler, yer yer tebessüm ettirmekle beraber, ekseriyetle düşündürür, tefekkür ve bilhassa tefeyyüz ettirir. Bazan da ulvî hüzün verir, gözyaşı döktürür.
Fakat, ders okuyanda öncelikle nezâket, nezâhet, ciddiyet, vakar ister.
Bununla beraber, ders okuma tarzına dair Sözler’in âhirine derc edilen Konferans Risâlesinden bir bölüm iktibas ederek, konuyu şimdilik noktalamak istiyoruz. İşte, bizlere pek mühim bir ölçü, bir fikir veren o bölümdeki ifadelerin bir kısmı:
“Risâle-i Nur’u okurken, belki izâh edilmesini isteyen kardeşlerimiz olacaktır. Fakat, bu hususta arz edeyim ki, Üstâdımız Bediüzzaman, bir Nur Talebesine Risâle-i Nur’dan bâzan okuyuvermek lütfunu bahşederken, izah etmiyor, diyor ki: ‘Risâle-i Nur, imânî meseleleri lüzûmu derecesinde izâh etmiş. Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur’dur. Herkes istidâdı nisbetinde istifâde eder. Aklınız herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdânınız hissesini alır.’
“Okunan bir risâlenin izâhı başka bir risâlede varsa, onu getirip okuyor. ...Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir; fakat, Risâle-i Nur’u cemaate okurken tafsilâta girişip eski malûmâtlarıyla açıklarsa, bu izahâtı, ...asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevap veren hakikatlerin anlaşılmasında ve tesirâtında ve Risâle-i Nur’un mahiyetinin derkinde bir perde olabilir. Bunun için, bâzı lûgatların mânâlarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdâldir.
“Hulâsaten deriz ki: Risâle-i Nur, gayet fasîh ve vecîzdir. Sözün kıymeti îcâzındadır, kısalığındadır. Bir mesele-i imâniye ve Kur’âniye umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde daha fazla istifâza (feyiz) ve istifâde vardır.”
* * *
@salihoglulatif: Tarihteki bütün hak dinler ve hak dâvâlar, haricî saldırı ile değil, bünyeye sokulan hurafelerle yıkılıp gitmişler.