Bundan iki-üç sene önce, gündemde Risâle-i Nurlar’ın “devlet tekeli”ne alınıp alınmamasıyla ilgili tartışmalar vardı.
Öyle ki, bu meselede Nur Risâleleri’ni okuyan, hatta hayatını vakfedenler dahi keskin hatlarla ikiye ayrılmış durumdaydı.
Bir tarafta Yeni Asya camiasına mensup Nur Talebeleri vardı. Onlar bütün kuvvetiyle Risâle-i Nur’un hür ve serbest şekilde neşredilmesini ve devlet dahil hiç kimsenin tekelinde olmaması gerektiğini savunuyorlardı.
Diğer tarafta ise, bazı resmî birimler, iktidardaki parti zihniyeti, yönetimdeki siyaset kurumu ve bu cephenin güdümüne girmiş olan Risâle-i Nur okuyucusu birçok şahıs, klik ve gruplar vardı. Onlar da, var gücüyle Nur Risâleleri’nin devlet tekeline alınmasını hem müdafaa ediyor, hem de canhıraş çalışıyorlardı.
Neticede ise, yine Üstad Bediüzzaman’ın verdiği müjdeler tahakkuk etti: Merak etmeyin kardeşlerim. O Nurlar parlayacak. Risâle-i Nur yasak olmaz. Hak ve hakikat inhisar altına alın(a)maz... Ne var ki, bu hakikatli müjdelerin tahakkuku için, sebepler dünyasında da bir şeylerin yapılması lâzımdı.
İşte, Yeni Asya camiası ve Nur şahs-ı mânevîsi etrafında toplanmış olan Kur’ân şakirdleri de bunu yaptı. Sebeplere müracaat etti. Mahkemelere başvurdu. Meseleye müdahil olabilecek veya bu hususta tesir sahibi görülen kişi ve kurumlarla münasebete geçti. Böyle cüz’î iradenin sarfından sonra, Cenâb-ı Hakk’ın küllî iradesi devreye girdi ve Risâle-i Nur’un serbestiyeti sağlanmış oldu.
Şayet, bütün bunlar yapılmasaydı ve Allah muhafaza Risâle-i Nur, Kültür Bakanlığı üzerinden Diyanet İşlerinin tekeline bırakılmış olsaydı, bugün muhtemelen geri dönüşü olmayan bir dehşet tablosu ile karşı karşıya gelmiş olurduk.
Öyle ya, devlet bu... Canı istediği kitabı, canı istediği zaman basar, canı istemediği zaman basmaz. İş işten geçtikten sonra, sizin kalkıp ona tesir etmeniz, sizin onunla pençeleşmeye girmeniz fayda sağlamaz artık. Hatta, sakıncalı ya da sabıkalı duruma düşmeniz bile mümkün.
Demek, İlâhî inayet ve himayet devam ediyor ki, Risâle-i Nur, inhisar altına alınamadı. İnşaallah, kıyamete kadar da hür ve serbest şekilde neşredilmeye devam edecek.
GÜNÜN TARİHİ: 15-17 Haziran
Mânevî hürriyet
Haziran ayı ortaları, tarihte çoğu kez “mânevî hürriyet”in parladığı, yahut parıldadığı günler olmuştur.
Tarihin kayıtlarında, ilk Ezân-ı Muhammedî’nin (asm) Milâdî takvime göre 15 Haziran 622’de okunduğu ifade ediliyor. “Tevhidin şedâ bülbülü” Bilâl-i Habeşî, Resûl-i Ekrem’in (asm) emir ve müsaadesiyle, Medine semâlarında yankılanan ilk ezanı o gün okudu.
* * *
1932’te Türkiye’de yasaklanan Ezân-ı Muhammedî, tam on sekiz sene hapis kaldı.
Ezanın yeniden hürriyetine kavuşması, 1950 yılı Haziran ortalarına tevafuk etti.
15 Haziran’da Meclis’te bütün hararetiyle görüşülen ezan meselesi, 16 Haziran günü karara bağlandı ve 17 Haziran günü Muhammedî Ezân yeniden hürriyetine kavuşmuş oldu.
* * *
Dokuz ay boyunca Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan Risâle-i Nur dâvâsı, nihayet 15 Haziran 1944’te beraet ile neticelendi. Üstad Bediüzzaman ve talebeleri de, böylelikle tahliye edildi.
***
@salihoglulatif:
Siyasî bağnazlık şudur ki: Kendi lehine şeytandan, fâsıktan, münâfıktan bir haber-fikir gelse, hiç tahkik etmeden hemen inanır... Aleyhine bir haberi melek, mü’min, mübarek biri getirse, yüz tevil ile tevil ettirip yine de inanmak istemez. Neuzubillah...