Nur Külliyatı’na dahil Hutbe-i Şâmiye isimli eserde, pek manidar ve düşündürücü şöyle bir söz var: Hakîki vukuâtı kaydeden tarih, hakîkate en doğru şahittir.
El-hak, öyledir: Hadiseleri çarpıtmadan, yani olduğu gibi kaydeden tarih, ibretli dersler verdiği gibi, hakikatlere de doğru şahitlik eder.
Buna göre, çarpıtılan tarih de “yalancı tarih” olup, âlemin ve bilhassa gelecek nesillerin önünde “yalancı şahitlik” işlevini görmüş olur. Böylesi bir çarpıtma, aynı zamanda, hakiki tarihe de kara çalmak, hatta iftira etmekle eşdeğer bir hüküm alır.
Tıpkı, son yıllarda tv ekranlarından milyonlara yansıtılan tarih dizilerinde olduğu gibi: Muhteşem Yüzyıl, Muhteşem Süleyman, Diriliş Ertuğrul, Payitaht Abdülhamid, vesaire...
* * *
Söz konusu dizi filmlerin pek çok zararlarından bir kaç tanesini burada sıralamaya çalışalım.
* Öncelikle tarih yalanlanıyor ve yalan yere tarih öğretilmeye çalışılıyor. Tarih ilmine hakarettir; ilmin ciddiyetine halel getirmektir bu.
* Bu işlerden reyting, servet, şöhret veya siyaset üretenler, izleyenleri enayi yerine koyarak, zihinleri bulandırıyor ve aldatmakla iş görmeye çalışıyor.
* Tarihî vak’aları olduğu gibi yansıtmayı bile bile terk edenler, yaşanmış gerçekleri hiç umursamıyor, hatta küçümsüyor demektir. Bu durumda, geriye “Bu işten kendimize nasıl bir pay, bir menfaat çıkarabiliriz” endişesi ve düşüncesi kalıyor. Bu ise, gayet bencilce ve sadistçe bir yaklaşım tarzıdır ki, bunun kimseye bir hayrı yoktur.
* Gerçek anlamda bir ders-i ibret çıkarılması gereken tarihî hakikatler, ne yazık ki, hasis menfaatlere kurban ediliyor veya siyasî hesaplar için bir malzeme olarak kullanılıyor. Böylelikle, hem gerçek tarih sevgisi öldürülmüş oluyor, hem de şahsî veya siyasî ikbâller uğruna tarih meraklı kitleler uyutulmaya çalışılıyor.
* Tarih dizileri arasında en dikkat çekeni Osmanlı dönemine ait olanlardır. Bu tür dizileri ekrana getirenlerden bazılarının maksadı, menfaatini temin etmenin yanında, ecdat tarihini karalamaya ve tarihî şahsiyetleri kötü göstererek onları zan ve töhmet altında bırakmaktır.
Bir diğer kesim ise, özellikle pis siyasetlerine şanlı Osmanlı tarihini malzeme yapmanın derdine düşmüştür. Kendilerini o tertemiz tarihî şahsiyetlerine benzeteceklerine, tutup onları kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. Bunu yapmak için de, devlet kesesinden korkunç bütçeler ayırıyor, paralar harcıyorlar.
Şüphesiz, her iki kesim de hakikati bilerek ve isteyerek çarpıtmış oluyor.
Evet, niyeti başka olanlar, el attıkları her şeyi kendi kâr ve menfaatleri doğrultusunda kullanmaya yeltenirler.
Ne var ki, bu türden yalan rüzgârlarına kanmamalı ve kapılmamalı. Bunun için, tarihi hakikatler noktasında da, günümüz insanlarını uyarmalı, ikaz etmeli; ayrıca, yeni nesilleri bilinçli, şuurlu fertler ayarında yetiştirmeye yoğun gayret sarf etmeli. Aksi halde, şikâyet edip durmaktan öteye gitmiş olamayız.
GÜNÜN TARİHİ 20 OCAK 1920
Maraş’ta işgal yüzgeri edildi
Maraş'ta işgalci Fransız kuvvetlerine karşı, bütün halktan destek gören şiddetli bir direniş mücadelesi başladı. (20 Ocak 1920)
Maraş sancağında, mücadele meşâlesi daha evvel de yakılmıştı. Ancak, halkı büsbütün çileden çıkartan ve topyekûn bir mücadelenin fitilini ateşlemeye sebep olan yeni bir gelişme yaşandı.
Bölgedeki işgal kuvvetleri komutanı, bir gün önce Maraş Mutasarrıfına bir tebliğ göndererek, bundan böyle Maraş'ta guvarnör olarak bir Fransız binbaşının görev alacağını ve şehrin birinci derecedeki sorumlusunun da o komutan olacağını bildirir.
Bu tebliği duyan halk, birden galeyana gelir. Fransız boyunduruğu altında yaşamak istemeyen Maraşlılar, "Ya ölüm, ya istiklâl" diyerek dillere destan olacak bir mücadeleye girişir.
Maraş'ın hemen her tarafında şiddetli çarpışmalar yaşanır. Eli silâh tutan hemen her vatandaş işgalcilere karşı koymayı, bir vatan ve namus borcu sayar.
Bu şanlı direniş karşısında daha fazla dayanamayan ve günden güne geri çekilmeye başlayan Fransızlar, nihayet 12 Şubat 1920'de işgale son vererek Maraş'ı bütünüyle terk eder.
@salihoglulatif: İstismarcılar ikiye ayrılır: Biri ulusalcılar, diğeri duygusalcılar.
Birincisi, millî-vatanî değerleri sömürür; İkincisi, dinî-mânevî değerleri istismar eder.