"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üstad’ın hayat düstûru: Âzamî iktisada riâyet (10)

M. Latif SALİHOĞLU
31 Mart 2019, Pazar
“Zehrin şiddetli tesirinden...”

Talebesi Bayram Yüksel, Üstad Bediüzzaman’ın yeme-içme adetine dair hatırasında şunları da anlatıyor: “Üstadımız, bir gün soğuk su içmesinin, vücudundaki zehrin tesirinden olduğunu söyledi. 

“Kendisine 1923’te (Ankara’da) ilk defa zehir enjekte edilen iğnenin yeri, göğsünde hâlâ belli idi. Uzun zaman akmış. Bizim zamanımızda kurumuş halde gördük.”

Nazardan ve zehirden sakınırdı

Soğuk sudan sonra, şimdi de “ekmek” bahsine geçelim...

Zehirlenmekten sakınan Üstad Bediüzzaman, ihtiyacı olan ekmeğin nazara gelmesinden, yani başkasının görmesinden de çekindiği için, el değmeyecek ve gözlere görünmeyecek şekilde getirilmesini ister.

Bu konu hakkında, yine merhum Bayram Yüksel, bizzat müşahade ederek sahip olduğu şu bilgileri naklediyor:

“Fırından bazan bir, bazan da yarım ekmek alırdık. Bu ekmek bir hafta giderdi.

“Ekmeği alırken ve getirirken, çok dikkat eder, ekseri beyaz bir torbanın içinde getirirdik. Üstadımız, nazardan ve zehirden çok sakınırdı. Çünkü, o­nu zehirlemek için çok desiselere başvurulurdu.

“O tarihlere kadar, tahminime göre o­nu 17 kez zehirlemişlerdi. Bu sebeple, fırıncının verdiği ekmeği değil, kendimiz seçer alırdık. Keza, mandracıdaki yoğurdu öyle alırdık.”

Pirinçli kabak yemeği

Üstad Bediüzzaman’ın yeme-içmeye dair tarz ve âdeti ile ilgili iki-üç kısacık hatırayı da naklederek, bu mevzuyu şimdilik noktalamaya çalışalım. İleride, daha hacimli araştırmalar da yapılır inşaallah...

Afyon Emirdağ’da imamlık yapan Bozüyük’lü Hafız Nuri Güven anlatıyor:

“Bir defasında, yanında Zübeyir, Dr. Tahir Barçın olduğu halde, bizi Tez Dağlarına dâvet ile, orada bize çay ve pirinçli kabak yemeği ikram etti, Üstad Bediüzzaman...

“Hayatta öyle lezzetli yemek yediğimi bilmiyorum. O yemeğin tadı hâlâ damağımda durur.” (Son Şahitler-III/157)

“Yemek bizi taşıyor”

Talebesi Mustafa Sungur anlatıyor:

“1950 yılı baharı, Ziya ve Zübeyir Ağabeyle birlikte Üstadın hizmetinde kaldık.

“…O yaz, ekseriyetle (Emirdağ) Keçili Köyü civarında bir bağda kalırdık.

“O zamanlar, Üstadımızın yanında iken, yediğimiz yemek şöyle hülâsa edilebilir: Biz yemeği taşımıyor, yemek bizi taşıyordu.

“Üstadımız, öğle vakti bazan üzüm, karpuz gibi hediyeleri, mukabilini vererek alır, bize taksim ederdi. O lezzeti ise, şimdi bulamıyoruz.” (Son Şahitler-IV/39)

Un kavurması

Yine, 1953 senesine ait bir başka hatırayı Mehmet Fırıncı şöyle anlatıyor:

“Hazret-i Üstad, Fatih’teki Reşadiye Oteline geçmişti. O sırada, bir gün ‘Sen bana yemek yap’ dedi. Nasıl bir yemek olacağını sorunca, orada bulunan tereyağı ile un alıp kavurmamı söyledi. Ben nasıl olacağını kavrayamadım. Lâtife ederek ‘Bizim Kürtler yaparlar. Un ile yağı beraber kavuracaksın’ dedi.

“Evden gidip tencere ve yandan pompalı gaz ocağı getirerek, Hazret-i Üstad’ın gözleri önünde un kavurması yaptım.

“Hakikaten çok lezzetli olmuştu. Bir parça bize de verdi, âfiyetle yedik.

“O gün âdeta hakikî bir Cennette yaşamış gibi oldum. Bayram, bahar, şehrâyin gibi bir âlemdi, o gün…” (Son Şahitler-IV/348)

—SON—

Okunma Sayısı: 1569
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı