Yalan rüzgârlarına kapılan, yanılmaktan, daha önemlisi yanıltmaktan kurtulamaz. Böylece, kul hakkına da girmiş olur.
Zaman zaman pek şiddetli eser, yalan rüzgârları. Ortama hâkim olur. Zayıf şeyleri önüne katıp sürükler. Sağa sola savura savura, kıra döke götürür de götürür.
* * *
70’li yıllarda, seçim meydanlarını “Umudumuz Ecevit” afiş ve pankartları süslerdi.
2006’da ölen Bülent Ecevit’in başında bulunduğu parti, son seçimde yüzde 1’ler civarından oy aldı.
* * *
94-95’li yıllarda mahalli ve genel seçim maratonlarında “Mücahid Erbakan” ile boy ölçüşek bir siyasetçi yoktu.
Ama, siyaseten onun âkıbeti de tıpkı Ecevit gibi oldu. Ölmeden önce katıldığı son seçimlerde partisinin aldığı oy oranı yine yüzde 1’ler civarında kaldı.
* * *
Kenan Evren’nin tek Cumhurbaşkanı adayı olduğu 1982 referandumunda, yüzde 90’ın üzerinde oy aldı.
Aynı Kenan Paşa 2000’li yıllarda seçime girseydi, muhtemelen binde 1’ler civarında ancak oy alabilirdi.
* * *
Yukarıdaki örnekleri bütün safhalarını yaşayarak gördüm.
Zaman zaman şahıs/lider merkezli bir rüzgâr esttiriliyor. Bu rüzgârla çok dalgalar da meydana getiriliyor.
Ancak, aradan bir zaman dilimi geçtikten sonra, destek-köstek ibrelerinin büyük çapta değiştiğini görüyorsunuz. Alkışlar, yer yer yuhalara dönüşüveriyor.
Dahası, “Niye falan lidere oy vermiyorsun?” diyerek sana öfke kusanlar bile, o lidere sırt çeviriyor.
Sırt çeviriyor; ne var ki, sana olan kini, husumeti, alerjisi aynen devam ediyor. Bu kez “Niye filan lideri desteklemiyorsun?” diye...
* * *
Son bir örnek, Hazıran 2009’da Taraf gazetesinin manşetine taşınan haberler zincirinden...
“Gülen ve AKP’yi bitirme plânı” manşeti, ülke çapında yeni bir rüzgâr estirdi, hatta yeni ve bambaşka bir dalgalanmanın başlangıcını teşkil etti.
Gülen ve Erdoğan’ın muhibleri, olanca kuvvetiyle ittifak ederek, Cuntacı-Ergenekoncu Balyozcularla cidale başladı.
Şiddetli çatışma 3-4 sene kadar devam etti. Yüzlerce insan yıllarca hapis yattı.
2013’ten itibaren ise, o rüzgâr neredeyse tamamen tersine döndü. Hatta, bir dostluklar ile düşmanlık bile yer değiştirdi.
Şimdi, o şiddetli rüzgârdan eser yok. Pasif davranıyorsunuz diye, bizi eleştiren, bize demediğini bırakmayan aceleci hokkabazlardan da şimdilerde hiç ses-sadâ yok.
İyi ki, yalan rüzgârlarına kapılmamış, iyi ki yanılmamış ve en mühimmi iyi ki okuyucumuzu yanıltmamışız. Hâzâ min fazl-i Rabbî.
DİKKAT Çay şekeri hakkında yazıp söylediklerimizYaklaşık dört senedir “Çay Şekeri”ne dair yazıp söylediklerimiz, az sayıda da olsa bazı yerlerde son derece yanlış, hatta çarpıtılarak nazara veriliyor.
Meselâ deniliyor ki: “Sakın Latif Beyin söylediklerine kulak vermeyin. Vücudun tatlıya/şekere de ihtiyacı var. Çayı mutlaka şekerli için.”
Ben hiçbir zaman, hiçbir yerde “Vücudun tatlıya ihtiyacı yoktur” falan demedim.
Hatta, tam tersini söyledim.
Kezâ, çoğu kez “Şeker değil, tatlı alın” demişimdir.
Dolayısıyla, bizim itirazımız, asla fıtrî tatlılar almaya değil, bilhassa günümüz çay şekerine ve şeker katkılı sun’î mamülleredir.
Bunları da, bizzat yaptığımız gözlemlerin dışında, ayrıca işin ehli ve uzmanı olarak yakînen tanıdığımız güvenilir kimselerden aldığımız bilgilere istinaden yazıp söylüyoruz.
Velhasıl, vücudun tatlı yiyeceklere de mutlak sûrette ihtiyacı vardır.
Ne var ki, başta kireç mayası/buharı olmak üzere türlü katkı maddeleriye üretilen günümüz çay şekerine hiçbir şekilde vücudun ihtiyacı olmadığı gibi, bunun beyne ve bedene de hiçbir faydası bulunmamaktadır.
Daha açık bir ifade ile, yapmacık beyaz şekerin faydadan çok vücuda zararı vardır.
Bilvesile, şu mübaret bayram günlerinde de fazla şeker tüketmemenizi önemle tavsiye ederiz.
@salihoglulatif’tenKudsî bayramınızı tebrik ve tes’îd eder, bu bayramın İslâm dünyasına ve umum beşeriyet âlemi için hayırlara vesile olmasını Rabbimden duâ ve niyaz ederim.