Yakın arkadaşlar şahittir.
16 Nisan Referandumundan hemen sonra, onlarla şu fikrimi paylaştım: Türkiye’de yeni bir sisteme, dolayısıyla yeni bir döneme geçildi. Cumhurbaşkanlığı Sistemi kabul edildi. Bütün fikriyat ve hissiyatıyla siyasî ikbal ve iktidar hesabı içinde olanlar, seçim sürecinde ne yapar-eder, sonucu kendi lehine çevirmeye çalışır. Hatta, iç savaş, yahut dış savaş çıkarmayı dahi, nihaî hesabının etkileyici bir parçası, bir unsuru haline getirmenin gayreti içine girer.
* * *
İşte görüyoruz: Türkiye, Suriye topraklarında süresi ve sonucu belirsiz bir “savaş hali”nin tam orta yerine düştü, yahut düşürüldü. Dahilde ise, alabildiğine bir siyasî zıtlaşma, kutuplaşma ve gerilim hali başını almış gidiyor. Allah, sonunu hayretsin.
Burada bize düşen öncelikli vazife, mümkün olduğunca bu içtimaî tansiyonu indirmeye, gerilimi dindirmeye, kin ve husûmet ateşini düşürmeye çalışmaktır. Zira, mevcut menfi hava içinde “müsbet iman hizmeti”ni yapmak, fevkalâde zor ve zahmetli bir hale gelmiştir.
* * *
Seçim takvimi yaklaştıkça, dahilî çekiş ve didişme bir kat daha ziyadeleşiyor. Gerginlik tırmanıyor, kin ve adâvet duygusu şiddetleniyor. Yatıştırma noktasında bulunanların dahi bir kısmı, yangına körükle, benzinle gider gibi ürpertici tavırlar takınıyor. Bu sebeple, “saldırganlık” yer yer itibar kazanıyor, “gaddarlık” siyasî prim olarak hesaplara geçiriliyor.
Birbirine karşı cephe alan partiler, liderler, fanatik taraftarlar, hatta yer yer aynı partinin adamları-adayları, yek diğerini vurmak için cephanelikleri taşıyıp mevzilere yığınak yapıyor. Sükûnet tavsiyesinin pek tesir etmediği, hatta kàale alınmadığı fevkalâde elekt- rikli, yüksek gerilimli günlere gelip dayandık, ne yazık ki. “Allah, encamımızı hayreylesin” diyerek, yine de bazı hususları hatırlatmayı vatanî ve vicdanî bir vazife biliyoruz.
* * *
Biliyoruz ki, mü’min kardeşine karşı muhabbet beslemek, onun yüzüne tebessümle bakabilmek, her ne kadar kolay ve basit gibi görünse de, bu vaziyeti takınmak ve bilhassa bu hali sürdürebilmek hiç de kolay değil. Çünkü, bunun için en başta “düşman-ı gaddar” olan nefisle amansız bir mücadele vermek gerekiyor. Evet, asıl zorluk burada karşımıza çıkıyor: Nefisle mücadele...
Bunu hakkıyla yapan, hele hele bunu uzun soluklu şekilde sürdürebilen, gerçek mânâda yiğittir, pehlivandır, kahramandır...
* * *
Din kardeşine karşı muhabbet yerine adâvet beslemek için ise, kendini zorlayıp nefisle mücadele etmeye hiç hacet yok. Zira, bu iş çok kolay. Nefis ve şeytan, kişiyi böylesi bir meş’um yola sevk etmek için dünden razı. Hatta, bu hususta pek hazırlıklı, idmanlı durumdalar.
Kin ve adâvet işinin kolaylığı da esasen buradan kaynaklanıyor. Ne var ki, bu kolaylık için dehşetli bir maraz, bir hastalık ve bu lezzetli balın içinde öldürücü bir zehir vardır. Bu halin veciz bir tarifini Üstad Bediüzzaman’ın Uhuvvet Risâlesi’nden iktibas edelim: “Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.”
Bu hakikatli sözlere kimsenin itirazı olmaz. Hatta, fikren ve itikâden kabul de edilir. Lâkin, bunun gereğini yapmak bir nasip meselesidir.
* * *
Arada muhabbet ve uhuvvet bağları var iken ve bunları tahkim edip kuvvetlendirmek mümkün iken, yine de tutup kin ve adâvet yoluna sapmak, hakikat nazarında sakildir ve bir nevi aşağıya doğru yuvarlanmak gibidir. Evet, sakil şeyler aşağıda olur.
Aşağı yuvarlanmak kolay, yukarı doğru tırmanmak ise zordur. Bu zorluğu aşmak, aynı kudsî kaynaktan beslenenlerin elbirliği yapması, ittifak ve ittihad içinde hareket etmesiyle mümkün olur ancak. Ne mutlu, böylesi zorluklara talip ihlâs, hamiyet, muhabbet ve gayret sahiplerine...
***
@salihoglulatif:
Me'hazın kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor. Ne vakit dellâl (vesile-vasıta), vekil gölge etse, o me'hazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur. (Mek: 307) Şu sebepler dünyasında, vesilesiz-vasıtasız hizmet yoktur. Vesile, vasıta, gayeye perde değil, ayna olmalı.