"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale-i Nur’da sabır - 1

Muhammed Yusuf Akbaş
10 Eylül 2017, Pazar 00:14
Sabır kelimesinin sözlük anlamı, “Başa gelen üzücü olaylardan belâ ve afetlere veya bir haksızlığa katlanma, tahammül göstererek Allah’a tevekkül edip, sıkıntılara göğüs germe” olarak kaydedilmektedir. Sabrın doğru anlaşılması esastır. Sabrın doğru anlaşılması da, en az sabır kadar önemlidir. Belâ ve musîbetler geldikten sonra sabır etmek esas olmakla beraber, İslâmiyet, o musîbetlerin gelmemesi için önceden tedbir alınmasını emreder.

Bu gün dünyanın birçok yerindeki Müslümanların çektiği sıkıntı ve ıztırapların altında, Hak olanı yapmamak, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına riayet etmemek yatar. Hukukun müdafaası ve hayatın muhafazası, maddî ve manevî sahada terakkî etmeye bağlıdır ki, bunun da yolu çalışmak ve azamî gayretten geçer.

Sabır ve metanet her dâvâ adamının taşıması gereken vasıflardır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Andolsun biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!”1 “Şimdi sen onların dediklerine sabret”2 “Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme”3 denilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de 90 kadar âyet sabrı anlatmaktadır. 

Konu ile ilgili birkaç hadis zikredecek olursak; 

 “Allah sabredenlerle beraberdir.”

“Sabır bütün huzur ve rahatın anahtarıdır.”

“Sabreden zafere ulaşır.”

“Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.”

“Acele şeytandan, teenni ve sabır Allah’tandır.”

“Sabır amellerin en efdali, zor olanıdır...”

İnsanlık tarihinde, sabır ve teslimiyetin timsali olarak kabul edilen Hz. Eyyüb’ün (as), imtihan yeri olan bu dünyada, bir servete sahip olmak, dünyevîleşmede ve Allah’ın emirlerinden uzaklaşmada önemli bir etken olmasına rağmen, hiçbir zaman Allah’a kulluğunda eksikliğe sebep olmamıştır. Peygamberlikle görevlendirildikten sonra, bütün mal ve mülkünü kaybetti. Bu kayıplar karşısında hiçbir telâş göstermediği gibi metanetini korudu. Servetini kaybettikten sonra, onun manen yücelmesine vesile olacak ağır bir hastalığa tutuldu. Yıllarca süren hastalığına rağmen hiçbir zaman halinden ve hastalığından şikâyet etmedi. 

Ancak, hastalık giderek yayıldı ve kalbi ile diline de sirayet etmeye başladı. İbadet ve zikir mahalli olan kalp ve diline hastalığın sirayet etmesi, telâşa düşmesine sebep oldu. Çünkü gereğince ibadet edememenin ıztırabını hissetmeye başladı. Artık istediği gibi duâ ve niyazda bulunamıyordu.. Hz. Eyyüp (as) hastalığından dolayı hiç şikâyetçi olmamış, devamlı sabır göstermiş. Hatta yaslandığı kaya sabır testinden geçememiş ve çatlamış. Çünkü, şikâyetçi bir duruma düşmek istemiyordu. 

Ancak, bu sefer durum farklı olup ibadetine mâni teşkil edince; 

“Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor”. “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin”4 diyerek yalvardı. Samimî bir şekilde yapılan bu duâya Cenâb-ı Hak tarafından cevap verildi.

Bediüzzaman bu kıssayı şöyle ifade eder:

 “Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfatını düşünerek kemal-i sabırla tahammül edip kalmış. 

Sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle kendi istirahatı için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor.” diye münacat edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve safı, garazsız, lillah için o münacatı gayet hârika bir surette kabul etmiş. Kemal-i afiyetini ihsan edip enva’-ı merhametine mazhar eylemiş.”5

Böylece, insanlık tarihinde sabrın sonundaki büyük mükâfatı kazanarak, büyük bir emsal teşkil etti. 

Üstad Bediüzzaman “İkinci Lem’a” adlı Risalesi’nde Hz. Eyyüb kıssasını çerçevesinde hastalıklara nasıl bakılması gerektiğini inceleyerek insanların şekvaya değil, şükre ve tefekküre yönelmesi gerektiğini vurgular.

Beş nükteden oluşan bu lem’anın birinci nüktesinde, Hz. Eyyüb (as) durumunun bizden pek de farklı olmadığı belirtilir. Onun yaraları zahiri, bizimki ise batınîdir. İç dışa, dış içe çevrilse hakikat görülecektir. Bu zamanın manevî hastalıklarından kurtularak biz insanlarda Hz. Eyyüb kurtuluşuna ermeye muhtacız. İkinci nüktede, musîbet ve hastalıklardan şekvaya insanların haklarının olmadığı ispatlanılır. Üçüncü nüktede, musîbet ve hastalıkların düşünülmesi dikkatlerin o noktalara verilmesi elemleri deşeceğinden nazarların musîbetlerden uzak tutulması gereği anlatılır. Dördüncü nüktede sabır kuvvetinin gerektiği yerde kullanılması gereği anlatılır. Beşinci nüktede ise, asıl musîbetin dine gelen musîbet olduğundan bahsedilerek, insanların maruz kaldıkları musîbetleri önemsememeleri tavsiye edilir. Çünkü maddî musîbetler büyük gördükçe büyür; küçük gördükçe küçülür. Hem bazan de insanın musîbet olarak algıladığı şey, bir lütf-u İlâhî olabilir, yani kendisi için çok yararlı sonuçlara vesile olabilir.

Dipnotlar: 

1- Bakara Sûresi, 155.

2- Sad Sûresi, 38.

3- Nahl Sûresi, 127.

4- Enbiya; 83.

5- Nursî, B. S. Lem’alar, s. 8.

Okunma Sayısı: 10172
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı