*Mesaj sahibinin kimlik bilgileri bizde mahfuzdur.
Mühendisim, öğretmen olan eşimle beraber kamudan ihraç edildik, haklarımız elimizden alındı. Maddî zorluklar bir tarafa, toplum tarafından yalnızlığa mahkûm edildik. Çocuklarıma açıklayamıyorum durumu. Piyasada yüksek karşılığı olan mesleğim var, yıllarca bana verilen işleri hakkıyla yapmaya çalıştım, “milletin-kamunun hakkı var” düşüncesiyle dikkatli davrandım. Bildiğim işleri yapmak için iş başvurularım geri çevrildi, esnaflıktan ve paradan anlamadığımı gördüm, yaptığım işin karşılığını bilmiyordum. SGK kayıtlarında ihraç edildiğim yazılı olduğu için, başımıza gelenlerin kendilerinin de başına geleceğinden endişe ettiklerinden kimse iş vermek istemiyor. İletişim halinde olduğumu açıklamamam kaydıyla iş (parça) iş veren birkaç menfaatçi yaptırdıkları işin ücretini vermediler. Bunların hiçbirinden şikâyetçi değilim. “Allah’ım! Senden şikâyet etmiyorum halimi Sana şikâyet ediyorum” diyorum. İş arkadaşlarımdan biri tesisatçılık yapıyor, aldığının ihtiyacından fazlasını infak ediyor. Dağılmadan önce takip ettiğimiz Lâhikaları okuduğumuzda hocamız “Men amene bil kader, emine minel keder” (kadere inanan, kederden emin olur) sözünü sık sık tekrar ederdi.
Başıma gelenler bir şey değil de, yakın çevremizden yaşadıklarım ve bu sayfada okuduklarım, en fazla onlar dokunuyor, ağlatıyor, kanatıyor. Yeryüzünde barış ve huzurun temsilcisi olabilecek insanlar silâhlı terör örgütü suçlamasıyla hapislerde, ademe mahkûm edilmiş durumda. Aileleri ile tehdit ediliyor. Bu çok ilginç bir zaman, ağır imtihan. Sağımızda solumuzda halimi anlatabileceğim kimse yok. Şükür, “kimse yok” diyebileceğim bir Yeni Asya var. Her biri bir değer olan yazarları dikkatle takip ediyorum. Hali karikatürize eden o resimler, makaleler, Risaleden kesitler çok şey anlatıyor, duygularımıza tercüman oluyorsunuz. Allah razı olsun.
Diğer taraftan dayanması çok zor şeyler yaşıyoruz, mevkuf bir arkadaşım ailesi vasıtasıyla gönderdiği mektubunda “bu imtihan çok zor, zorlardan zor” diye yazmış, sonra da “sabredin” diye bitirmiş. O arkadaşım ile tam bir yıl önce bir iftar yemeğinde beraberdik, dozu giderek artan baskılar tek gündemimizdi ve şunları söyledi: “Varsın hiç düzelmesin, neticede Allah’a döndürüleceğiz, bu dünya rahat yeri değil ki,” diye devam edip “Allah var, hesap var, Cennet var” şeklinde bitirmişti. Bu bir yıla yakın süredir canımız dudağımda yıkımlar yıkımı, kıyımlar kıyımı takip ediyor ve hafakanlar bırakmıyor peşimi. Duygu ve düşüncelerimizi Al-i İmran Sûresi, 134. âyeti hizaya çekiyor. “O (Allah´tan hakkıyla korka)nlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever”. Galiba bu kıvama gelmemiz isteniyor. Sanki emareleri var gibi. Ramazan Ayı boyunca kapımızı arkadaşlarımız, bizim gibi mağdur arkadaşlarımız kapımızı çalıp erzak getirdi, içi para dolu zarflar takdim ettiler. Kabul etmek istemedim “daha çok ihtiyacı olana verin” dedim, ısrar ediyorlar alacağını al, ihtiyacı olana sen ver dediler. İnfakları başkasına ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu defa onlara kabul ettiremiyoruz. Müthiş bir istiğna. Başa gelen bu kadar sıkıntılardan sonra isyan etmedim, düzeni bozmaya çalışmadım. Evet feryatlar bedduâya dönüştü; ancak tek yapabildiğimiz duâ etmek, ‘başkasının desteğine gerek kalmaksızın’ herşeyin bir anda düzelmesi elinde olan Allah’a iltica etmek. Yapılanları ve yapanları Allah’a havale etmek ve sabretmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ne için hapsedildiğini bilmeyen, haksız yere içeriye alınmış olanlar için Cevşen’deki “Yâ Mutlika’l-üsârâ” diye hitap edip ‘etlikhum seraha’ duâsıyla tamamlıyorum duâmı, bu yarı açık cezaevinde.
Esenlikle kalın.
Ramazan Bayramı’nız bayram olsun.