*Mesaj sahibinin kimlik bilgileri bizde mahfuzdur.
Ben Z., 3. Sınıf Üniversite öğrencisiyim. Ailem (...)’de ben ise şehir dışında ikamet ediyorum. Ayrıyız yaklaşık 4 yıldır. Tatilden tatile bir de telefon görüşmeleri birleştiriyordu bizi. Ne zamandır babamla o kısa diye kızdığım telefonlaşmalarımız bile olamıyor artık. Çünkü birileri alıyor hayatlarımızı bizden. Almaya çalışıyor...
Artik memlekete giden yollar dahi buruk bana... Neredeyse her aileden biri var hapishane ranzasında sabahlayan. Rabbinin koyduğu o yerden yine Rabbinin kurtarmasını bekleyen. İşte bizim aileden de bu kişi babam. 55 yaşındaki emektar öğretmen... İftiraya uğrayan mazlum kişi benim can parçam. 6 aydır yanlızca boruyu andıran küçük bir bahçeden izliyor sonsuz gökyüzünü.
Bir hafta önce acı bir telefon aldım annemden. Dedemin vefat haberiydi. 8 yıldır yanımızda kalan ve 5 aydır oğlunu göremeyen dedemin vefat haberi...
Babam, tutuklandıktan sonraki ilk görüşte bahsetmişti bir korkusundan. ‘Ya babamı bir daha göremezsem?’
Gerçekten de söylediği gibi olmuştu. 6 aydır elini öpemediği babasını bir dahaki görüşü kefen içinde olacaktı.
Gece 12’ye doğru haber gitmişti o soğuk koğuşa. Içeride geçirdikleri bir günü daha bitirmenin rahatlığıyla yatmaya hazırlanırlarken açıldı koğuş kapısı. İçerdekiler şaşkındı. Bu saatte gardiyanların gelmeleri pek hayra alamet olmazdı çünkü. ‘Başın sağolsun. Baban ölmüş’ denildi sadece. Vefat haberini birkaç gardiyan buz gibi sesleriyle söylemişlerdi işte.
Evet, babam ertesi günki cenazeye geldi. Herkes ama herkes babamı görmeye çalışıyor, babamın uğradığı zulme ağlıyordu. Aslında ilçemiz ağlıyordu birkaç kişiliksiz dışında. İzin verin size o anki durumu anlatayım: Vakit namazı kılınıyor bahanesiyle elleri kelepçeli babamı hapishane arabasından indirmiyorlardı. Halbuki herkes cenaze için avluda oluşturmuştu safları. Babam bekleniyordu yalnızca. Bu arada babam, arabanın küçücük penceresinin bize bakmaya çalışıyor, kötü olduğunu bildiğimiz halde bize hapishanede arabasından ‘iyi olun bakın ben iyiyim’ diyerek gülümsüyordu. İçi ağlıyordu belki ama yüzü gülüyordu. Arkamız da musalla taşında yatan dedem, önümüzde hapishane arabasının küçük penceresinden bize sesini duyurmaya çalışan babam... Dillerde dua ve kalbe akan gözyaşları...
Biz bu dönemde yanlızca babamı içeri alanlarla imtihan olmuyoruz. En büyük sınavımızı, akraba sandıklarımız, can bildiklerimizle veriyoruz. Halbuki onlardan masum bir tebessüm ile ‘geçer’ demelerini beklemiştik o üzüntülü anlarımızda. Bu devirde masum bir ‘nasılsın, iyi misiniz ‘ gibi kelimelerle mutlu olabilecek bizlerden bunları esirgeyip sırtını dönenler Allah’a havale.
Jandarmalar, cenaze namazının kılınacağına ikna olunca indirdiler babamı. Ellerindeki kelepçeyi sökmüyor, babamla konuşmamıza fırsat vermeden etten duvar ördüler mezarlığa gidene dek. Babam hapishaneye alındığından beri tek bir gözyaşı dahi dökmeyen kardeşim, babamı o halde görünce gözleri kan çanağına dönene dek ağladı. 27 jandarma, 17 sivil polis. Ve bir o kadar da üniformalı polisler...
Cenazemizin bir kısmını kolluk kuvvetleri oluşturdu. Mezarlığa gidildi ardından. Bu seferde de babamı indirmek için arabadan, dedemin tabuttan çıkarılmasını bekledi jandarmalarımız. Orada bekledi, burada bekledi... Velhasıl kelam babam cenaze boyunca bolca bekledi, bekletildi.
Evet dedemi toprağa babam verdi. Babamın o halini unutmacağım...