*Mesaj sahibinin kimlik bilgileri bizde mahfuzdur.
Sayın Kâzım Güleçyüz Beyefendi,
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin ve sizin gibi, mazlûmların, haksızlığa uğrayanların sesini duyurmaya çalışan, onların dertleri ile dertlenen hak ve hakikat erlerinin üzerine olsun.
Yapılan bunca zulüm ve haksızlık karşısında sessiz kalmayı yeğleyerek dilsiz şeytanlar ordusuna katılmış onca kişiye rağmen, hem de tahminime göre üzerinizdeki yoğun baskıya rağmen, hakkı haykırdığımız ve mazlûmların sesi olduğunuz için Allah sizden ve sizin gibi düşünenlerden razı olsun.
Kendilerini “Nurcu” olarak adlandırıp da gücün ve güçlünün yanında olan zavallılara da Allah hidayet etsin diyorum. Onlara bedduâ etmiyorum, sadece acıyorum.
15 Temmuz sonrası yaşanan süreçte başımdan geçenleri sizinle paylaşmak istedim. (...) ilçesinde hâkimken, 20 Temmuz 2016 tarihinde, öğle vakti evimde gözaltına alındım. O sırada evde bulunan 15, 10 ve 7 yaşındaki üç çocuğumun halini hatırladıkça şu an bile ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Evimde yapılan arama sonrasında evde bulunan İhlâs ve Uhuvvet Risalesi adlı risaleler suç delili olarak el konuldu. Ertesi gün başka bir ilçede hâkimlik yapan başka bir meslektaşımla birlikte (...) başsavcısına ifade verdik. İfade sırasında üniversiteye hazırlanırken hangi dershaneye gittiğim, üniversitede okurken nerede kaldığım, eşimle nasıl tanıştığım, çocuklarımın gittiği okullar ve dershaneler, Bank Asya’da hesabım olup olmadığı, evimdeki arama sırasında el konulan “İhlâs ve Uhuvvet Risalesi” adlı eserin bana ait olup olmadığı gibi, üzerime âtılı silâhlı terör örgütüne üye olmak suçu ile ne alâkasının olduğunu anlayamadığım sorular soruldu.
İşin ilginç ve hayret edilecek olan yanı, başsavcının benden önce ifadesi alınan diğer hâkim arkadaşa da, bana da, dosyada âtılı suçla ilgili herhangi bir delil olmadığını, ancak HSYK’nın talimatı gereği, bizi tutuklama talebiyle sorguya sevk edeceğini söylemesiydi. Aynı gün tutuklama gereği, bizi tutuklama talebiyle sorguya sevk edildik.
Sulh Ceza Hâkimliği’nde yapılan sorgu sırasında, neyle suçlandığımız sorusuna hâkim, “silâhlı terör örgütüne üye olmak” şeklinde cevap verdi, ancak buna ilişkin delillerin neler olduğu sorumuza ise, sadece suratımıza boş boş bakınmakla yetindi. Zaten başka yapacağı bir şeyde yoktu, çünkü başsavcının da söylediği gibi dosyada hiçbir delil yoktu. Zaten sorguyu yapan hâkim de biliyor ki ben terör örgütü üyesi değilim ve dosyada da zaten bununla ilgili bir delil de yok. Ancak şundan eminim ki, başsavcı tutuklamaya sevk etmesi talimatını verenler, sulh ceza hâkimine de “tutuklanması” talimatını vermişti, hem de dosyada hiçbir delil olmamasına ve Anayasa’nın 138/2. maddesinin, hâkimlere emir ve talimat verilemez hükmüne rağmen. Sağolsun bağımsız sulh ceza hâkimi de, hâkim olmasına, görevinden bağımsız olmasına, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak, vicdanî kanaatine göre hüküm vermesi gerekmesine rağmen, hukuksuz ve delilsiz olarak tamamen aldığı talimatı yerine getirmek hevesiyle, “âtılı suçu işlediğine dair somut deliller bulunması, adlî kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı, kaçma şüphesinin varlığı” gerekçesi ile tutuklama kararı verildi. Gerekçede yazılı somut delillere karşı, tabi dosyada böyle bir delil olmadığı için, kendimizi savunma ve delillerin ne olduğunu öğrenme şansını bulamadan kendimizi cezaevinde bulduk.
Sizin de gazetenizde gündeme getirdiğiniz ve incelediğinizi hukukî hiçbir geçerliliği olmayan “bylock” furyasından cezaevinde haberdar oldum. Tutuklandıktan 3 ay sonra başsavcı ile tutuklama kararı veren sulh ceza hâkimi ziyaretimize geldi. Cezaevi müdürünün odasında ben ve diğer hâkim arkadaşım, başsavcı ve sulh ceza hâkimi ile ayrı ayrı olmak üzere görüştük. Görüşme sonrasında başsavcı elindeki bir evraka bakarak benim kırmızı yoğunlukta bylock kullanmış olduğumun tesbit edilmiş olduğunu, bu durumu kabul edip itiraf ettiğim taktirde tahliye edileceğimi söyledi, tutuklama kararı veren sulh ceza hâkimi de başsavcıyı tasdikleyerek, bylock kullanıcısı olduğumu kabul edip, örgüt üyesi olduğumu itiraf ettiğim taktirde tahliye kararı vereceğini söyledi.
Ben kendilerine kesinlikle bylock adlı bir program kullanmadığımı söyledim ve madem kullandığımı iddia ediyorsunuz, bu programa evimde bulunan internetten mi, yoksa cepten mi bağlanılmış olduğunu sordum. Başsavcı önce sorum karşısında şaşırdı, sonra önündeki evrakı biraz inceledikten sonra cepten bağlanmış olduğumu söyledi. Bunun üzerine kendisine adıma kayıtlı 5 GSM hattı olduğunu, bylock’un hangi numaradan kullanılmış olduğunu sordum. Bu sefer iyice şaşıran başsavcı tekrar önündeki evrakı inceledikten sonra bana, “bize iletişim için verdiğiniz numaradan” diye cevap verdi. Israrla numarayı sordum, hatta “eğer söyledikleriniz doğru ise önünüzdeki evrakta bu numaranın yazıyor olması gerekir” dedim. Ancak tüm ısrarlarıma rağmen başsavcı bu numarayı söyleyemedi. Zaten söyleyemezdi de, çünkü bylock kullanmadım. Anladım kadarıyla, dosyaya koyacak delil bulamayınca bari itiraf ettirelim, dosyada bir şeyler olsun diye düşünmüşler.
İşin başka bir acı yanı ise bağımsız! Sulh ceza hâkiminin, başsavcının talimatlarını yetiştirrmekle görevli bir memur gibi yanında gezmesi ve başsavcının talimatlarını yerine getirmeye hazır olduğunu, tahliye kararı vereceğini belirterek, göstermesiydi.
Görüşme sonrası, aynı teklifin diğer hâkim arkadaşa da yapılmış olduğunu kaldığımız koğuşa dönünce öğrendim.
Başsavcı ile yaptığımız bu görüşme sonrası, dosya Ankara’ya gönderildi. Dosya 3,5 ay boyunca Ankara’da kaldı, yine aynı gerekçelerle tutukluluk halinin devamı kararları verildi. Bu kararlara yapmış olduğum itirazlar konusunda karar dahi verilemeyerek ya da tarafıma tebliğ edilmeyerek AYM’ye bireysel başvuru hakkım da elimden alındı.
Dosya 2017 yılı Şubat ayı başında bu sefer de Erzurum’a gitti. Erzurum 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen tutukluluk halinin devamı kararında delil olarak 01/02/2017 tarihli kolluk tutanağına göre kullanımımda olan GSM hattında “bylock” kullandığının tesbit edilmiş olduğu gerekçesi yazılmıştı. Tam 7 ay sonra sonunda bylock’u bana da yapıştırabilmişlerdi. Bu tutanağı halen görmüş değilim, hukukî niteliğini bilemiyorum. Tahminime göre 7 ay boyunca bir delil bulamayınca bari “bylock” kullanıcısı yapalım demişler.
MİT’in tamamen illegal yollardan elde ettiği, Türkçesi hacker’lik yapmak yoluyla çaldığı, hiçbir güvenilirliği olmayan, her zaman üzerinde oynama yapılabilecek, “çalınan” verilerin doğruluğu, yasal hiçbir yoldan teyit edilmemiş, delil olamayacak verilerle bylock kullanıcısısın, dediler. İşin garibi bunun, tamamen hükümete bağlı bir kuruluş, yani bu dâvâların tarafı olan hükümete bağlı bir kurumun verdiği bilgilerle iddia ediliyor olması. Bağımsız hâkimlerinde bunu dayanak göstererek insanları tutukluyor olması. Ben de bu hukuksuz delillerle neredeyse 9 aydır özgürlüğümden mahrum tutuklu bulunuyorum.
Anladım ki bu cezaevinden hukuklar ve bu adaletle çıkamayacağım. Çünkü görüyorum ki, eski meslektaşlarım olan hâkimlerin şu an hukukla, hakla, adaletle pek alâkaları yok. Her zaman olageldiği gibi, benim eski meslektaşlarım yine güçten yana tavır koydular, hakkı, hukuku, adaleti bir kenara fırlatıp attılar maalesef. Sanki gerçek güç ve kuvvet sahibi, hakikî muktedir olan Allah’ın huzurunda toplanıp da hiç hesap vermeyeceklermiş gibi.
Hadi beni ve benim gibi güce biat etmeyenleri istemiyorlar ve devre dışı bırakmak istiyorlar. Ailemden, eşimden, çocuklarımdan ne istediler, işte onu anlamakta zorlanıyorum. Tutuklama kararından sonra tüm malvarlığıma, banka hesaplarıma tedbir konmasıyla, çoluk çocuk bir anda beş parasız ortada kaldılar. Düşünebiliyor musunuz bankada paranız var çekemiyorsunuz, aracınız var satamıyorsunuz, paraya çevrilebilecek gayrimenkulünüz var, ama ona da tedbir konmuş. Eşim ev hanımı, 4 çocuğum var. Üniversite, lise, ortaokul ve ilkokulda olmak üzere hepsi de öğrenci. Bunlardan ne istediniz, bu masumların suçu ne. Kâzım Bey, ne istiyorlar bu yırtıcılıkta sırtlanları geçmiş olan vicdansızlar, çocuklardan, kadınlardan. Bu nasıl bir vicdandır ki, hem de Allah, Peygamber, İslâm, din diyen bu insanlar, çocukları ve kadınları tamamen sefalete terk ediyorlar. Bu nasıl bir insaftır ki, AKP (...) il başkanı tutuklanan insanların geride kalan masum eş ve çocukların ne yiyeceği sorulunca “Ağaç kabuğu yesinler” diyebiliyor.
Bütün bu zulme rağmen hapishanelerde yaşanan güzellikler insanların içini ısıtıyor. Kaderimizi yaşıyoruz. Demek ki günah çokmuş Rabbim temizliyor. Belki dışarıda mesleğimin başında olsaydım, şu an ben de bu zulme ortak veya alet olacaktım.
Şu an 3 kişilik koğuşta 8 kişi kalıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm okumayı çok iyi bildiğim halde, cezaevine girene kadar kimseye öğretmek nasip olmamıştı. Bu musîbet hiç Kur’ân okumayı bilmeyen bir arkadaşa Kur’ân öğretmeme vesile oldu. O arkadaş 5 aydır tutuklu ve şu an 3. hatimine başladı. Diğer 6 arkadaşa da tecvid öğretmeme vesile oldu bu musîbet. Şimdi bu başıma gelene musîbet demeye dilim varmıyor.
Beraber kaldığımız ve Kur’ân okumada biraz sıkıntısı olan bir arkadaş bir yandan Kur’ân’ı düzgün okumayı öğrenmeye çalışıyor, bir yandan da kendisine kızıyor ve “dışardayken adam gibi öğrenmezsen, işte Allah da seni buraya koyar zorla öğretir” diyordu. Kendisine “sen bilmiyordun, öğren diye Allah seni buraya gönderdi, benim suçum ne?” dediğimde. “Ee! Seni göndermeseydi Rabbim, bize kim öğretecekti” diye cevap verdi. Evet, Allah pek çok hikmete binaen, bunca insanı cezaevlerine doldurdu, inşallah sonu hayır olacak.
Yeni Asya’yı satır satır okuyoruz, özellikle 2. sayfayı. Çoğu zaman 2. sayfayı hep beraber okuyoruz. Ufkumuzu açtınız, gönlümüze inşirah verdiniz, Allah (cc) sizden razı olsun.
Arkadaşlarım ve ben sizden duâ ve yapılan bu zulümleri, zalimlerin yüzüne haykırmaya devam etmenizi bekliyoruz. Size ve tüm Yeni Asya camiasına duâcıyız. Allah’a emanet olun.