"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Üstadın bedeline ölen Saff-ı evvel Nur Talebeleri

Cevat Çakır
23 Nisan 2017, Pazar
Üç Nur Talebesi Üstadın bedeline ölümü tercih etmişlerdir.

Bunlardan birincisi, Binbaşı Asım Bey’dir. Isparta’da tutuklanıp Eskişehir’e götürülüyor. Sorgu sırasında doğruyu söylese Üstad zarar görecek, yalan söylese askerlik mesleğinin şerefine ters geleceğini düşündüğünden “Ya Rabbi, Canımı al!” diyor ve orada vefat ediyor.

BİNBAŞI ASIM BEY 

Üstadın kendisine yazdığı bir mektubundaki duâsına karşılık cevaben şunları yazıyor: “Muhterem Üstadım Efendim Hazretleri, Üstadımın duâ ve himmeti sürur, sevinç gözyaşlarımı akıttırıyordu. 

Bu fıkra ve cümleyi takib eden ikinci fıkra ki; aynen yazıyorum: “Ve ben öldüğümde sizi arkamda varis bırakarak ferah ile kedersiz kabrime girmek Rahmet-i İlâhiye’den ümid ederim.” Burası beni çok düşündürdü ve hiçbir dakika Üstadımın bu arzu ve taleb ve Rahmet-i İlâhiye’den bu ümidi zihnimden ve fikrimden ve kuvve-i hayaliyemden hiç çıkmıyor. Binaenaleyh, bu fıkraya bütün zerrat-ı mevcudiyetimle “amin” dedim ve Cenâb-ı Hakk’ın fazl u keremini tazarru ve niyaz ettim.

Bununla beraber -Ya Hazret riya değil, tasannu değil içimden doğuyor- gönül şöyle istiyor ve arzu ediyor: Bu fakir, Üstadımdan evvel kabre girsin ve siz, dar-ı bekanın ilk kapısına gelinceye kadar dar-ı dünyada bulununuz ki, bu fakir ve muhtaç olan talebenize arkasından göndereceğiniz duâ ve hediyenizle mütena’im, şad ve mesrur olsun. Ve sizin teşrifinizde -ki erhamürrahimin olan Rabbülâleminden duâ ve niyazım budur- ruhum sizi istikbal etmek şerefiyle müşerref olabilmek gibi, gönül arzu ve hayatı hasıl oluyor. (Haşiye -1) Ve çok düşündürüyor. 

Ve arzu ve niyazımdan daha büyüğü şudur ki: Üstadımın dar-ı dünyada daha pek çok zamanlar kalması, dolayısıyla vazife-i kudsiyenizin devamı ve hakikat ve hidayet nurları olan Risale-i Nur ve Mektubatü’n- Nurların tesiri ve intişarıyla, hab-ı gaflette olanların, dalâlette kalanların, ehl-i bid’a ve mülhidlerin tarık-ı hak ve hidayete girmeleri için siz Üstadımın çok zaman daha yaşamaklığınızın ve başımızdan eksik olmamanızı ve sizin gaybubetinizle, bizlerin yetim ve öksüz kalmamaklığımızı gönül arzu ediyor.”1

HAFIZ ALİ

1944’te Denizli Hapishanesi’nde Üstadı zehirlediklerinde Üstadın bedeline ölümünü istemiş ve şöyle duâ etmiştir: “Allah’ım..! Bu zata İslâm âleminin ve insanlığın ihtiyacı var. O vazifesini tamamlayamadan vefat ederse küfür akılları istilâ eder ve insanlık helâk olur. Eğer bu zehir onun hayatına mal olacaksa, onun yerine benim canımı al ve ona insanlığı ebedî ölümden kurtaracak olan eserlerini tamamlama fırsatı ver.” O, kalbî ve hasbî duâsını tamamlayıp huşu içinde “Amin” dedikten hemen sonra hareketlendi Bedizzaman. Önce derin bir kaç nefes aldı, gözlerini hafifçe açıp etrafına bakındı, talebelerini yanında, Hafız Ali’yi de başucunda görünce gülümsedi. Ondan itibaren arzla sema arasında manevî bir hareketleniş başladı. Said Nursî iyileştikçe Hafız Ali fenalaştı, bir süre sonra zehirlenme teşhisiyle hastahaneye kaldırıldı. Bir gün sonra da 17 Mart 1944 tarihinde vefat etti.”2

Üstad, kendisine yazdığı bir mektupda ona şu sıfatla hitab ediyor: “Nur fabrikasının sahibi Hafız Ali Kardeş, Senin Risale-i Nur’a karşı harika ihlâs ve irtibat ve itikadın, inşallah o Nurları o havalide parlattıracak.”3

Hafız Ali Üstada yazdığı bir mektubunda Üstadın yerine öleceğinin haberini veriyor: “Eyyuhel Üstadü’l Muhterem Hayatımın her safhasında kıymetli ve hayatı, pervane-misal bir emrinin infazına ateşe her an hazır olduğum kıymetli Üstadım. Evet değil böyle hakikat uğruna, hatta bu kıymetli hediyeyi ihsan eden Padişah-ı Zişan için o hediyeyi sarf etmekle tereddüt edilemez. Öyle de Üstadım, bize emanet olarak ve ne zaman alınacağı meçhul olan hayatın ve her zaman emrine amade ve hazır olduğum Cenâb-ı Mü’min, o emanet üzerine ne gibi emrivaki olursa, inşallah bilâ tereddüt emanetini iadeye hazırız... Hızır gibi yetişip ve Misl-i Lokman, Kur’ân-ı Hâkimin şifahanesinden lemean eden mualecelerle tedaviye başladınız. Hayat ismine lâyık bir hayat bahşına vesilesiniz. O hayatı ihsan edene ve vesile olan uğruna, o hayatı ifna etmemek (Haşiye -2) kâr-ı akıl değildir.”4

Üstad Hazretleri Hafız Ali’nin vefatıyla ilgili yazdığı bir taziyenamede şunları yazmış: “Aziz, sıddık kardeşlerim. Ben hem kendimi, hem sizi, Risale-i Nur’u taziye; ve merhum Hafız Ali’yi ve Denizli mezaristanını tebrik ediyorum. Meyve Risalesi’nin hakikatını ilmelyakin ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynel yakin ve hakkal yakin makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp, melekler gibi yıldızlarda, âlem-i ervahda seyahate gitti; ve tam vazifesini yapıp, terhisle istirahate çekildi. Cenâb-ı Erhamürrahimin, Risale-i Nur’un yazılan ve okunan harfleri adedince hasenat yazdırsın. Amin. Ve onların sayısınca onun ruhuna rahmet yağdırsın. Amin. Ve kabrinde Kur’ân’ı, Risale-i Nur’u ona şirin ve enis arkadaş eylesin. Amin. Ve Nur fabrikasına onun yerine on kahramanı ihsan edip çalıştırsın. Amin, amin, amin. Siz dahi benim gibi duâlarınızda onu yad ediniz. Bin lisan onun lisanı yerine istimal edip, o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerine manevî bin hayat kazandı diye, rahmet-i İlâhiyeden ümitvarız.”5 

Üstad Hazretleri bir başka mektubunda ise şunları yazmış: “Aziz sıddık kardeşlerim. Ben merhum Hafız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. Eski zamanlarda bazan böyle fedakâr zatlar kendi dostu yerine ölüyorlardı; zannederim, o merhum benim yerime gitti... âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle, o âleme gitmek için bende bir iştiyak zuhur etti... O büyük şehid, Denizli’yi bana sevdiriyor; daha burdan gitmek istemiyorum.”6 

Üstad bir başka mektubunda da yine Hafız Ali’den şu şekilde bahsediyor: “Hakikaten Hafız Ali, Hafız Mehmed ve Mehmed Zühtü’nün vefatları, değil yalnız bize ve Isparta’ya, belki bu memlekete ve âlem-i İslâma büyük bir zayiattır... O üç mübarek zatlar, az zamanda, yüz senelik vazife-i imaniyeyi gördüler. Cenâb-ı Erhamürrahimin, onların yazdıkları ve neşrettikleri ve okudukları huruf-u Nuriye adedince onlara rehmet eylesin. Amin.”7

Hasan Feyzi Yüreğir, Hafız Ali’nin kabrini ziyaretten sonra şunları yazmış:

“Şehid-i mağfur Hafız Ali Efendi’nin kabr-i şerifini ziyaret:

Ey nur yolunun yolcusu, ey ruh-u münevver

Bu medfen-i pakın ola ruhun gibi enver.

Ey ölmeyen, ey fidye-i Üsdad-ı mübarek

Razı ol Allah Teâlâ ve tebarek

Gönderdi selâm, bak sana ol Hazret-i Üstad

Kur’ân-ı Kerîm uğruna fanideki hizmet

Bahş eyledi şimdi sana sonsuz ebediyet

Yerlerde beşer, gökte bütün nurlu melekler

Her gün sunuyor ruhun için arşa dilekler

Bu makbereler fethedecek haşre kadar hep

Emvata okut nüsha-i enver, aç yine mektep

Ey menbai envar ve ey hafız-ı esrar

Ey canını canana veren zat-ı fedakâr

Hafız diye namını duydum o huzurda

Medhin okunur hem de bugün meclis-i nurda

Sun kevser-i safi, bize sensin yine saki

Sormam sana bir şey ne bugünden ne de dünden

Bir nakta okut bize esrar-ı ledünden” 8

HASAN FEYZİ

Üstad Hazretleri Denizli hapsinden sonra, Denizli’den ayrılınca Hasan Feyzi şu şiiri yazıyor:

Çekilip nur’u hidayet yine zindan olacak

Yine firkat, yine hasret yine hüsran olacak

Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm

Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak

                                        ...

Haber aldım ki, yarın yâd olacakmış bize yar

Ne büyük yare ki kimler bana derman olacak

Bu büyük derd ü elemden kime şekva edeyim

İşiten nalemi, hep ben gibi nâlân olacak,

...

Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem

Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak.

Nazarın erse garib başıma ey nur-u Hüda

Bugün artık bu hakir bende de umman olacak.

Üstad Hazretleri de kendisiyle ilgili olarak bir mektubunda şunları yazmıştır: “Nur hakkında parlak fıkralarında, bu biçare kardeşine kendini kurban etmeye söz verdiğinden ve vazifesini acele yapmasıyla istirahat âlemine gitti.

Merhum Hasan Feyzi kardeşimiz, aynen şehid merhum Hafız Ali misillü, bir mektubunda dediği gibi “Dahi nezrim bu ki, canım sana kurban olacak” dediğini tasdiken Üstadına bedel şehid kardeşi büyük Hafız Ali’nin yanına gitmiş. Bu zat-ı zülcenaheyn, ehl-i kalb ve gayet yüksek bir ehl-i ilim ve hakikat, otuz sene muallimlik perdesi altında imana hizmet etmiş ve on seneden beri Risale-i Nur’u elde edip gizli perde altında çalışmış. Sonra da iki sene zarfında doğrudan doğruya Risale-i Nur’un yüksek hizmetlerini ve kemalatını çekinmeyerek ruh’u canıyla herkese ilân etmiştir. 9

Üstad Hazretleri, Hasan Feyzi’nin vefatıyla ilgili yazdığı bir mektupta da şunları söylemiş: “Risale-i Nur’un kahramanlarından ve Hafız Ali’nin makamına geçen merhum Hasan Feyzi’nin vefatı, Denizli’ye, Risale-i Nur dairesine bütün memlekete ve âlem-i İslâma büyük bir zayiattır. Fakat kendisi, pek samimî ve halis ve fevkalâde beyanatıyla ve dersleriyle, inşallah kendi yerine çok Hasan Feyzi’lerin yetişmesine bir zemin izhar etmiş sonra gitmiş. Güya o da, Abdurrahman da çabuk dünyadan gideceğiz diye on senelik vazifeyi bir-iki senede gördüler. Ben, Hasan Feyzi’nin vefatını onun şahsî itibariyle tebrik ediyorum ve Denizli’yi ve Nur dairesini ve bu memleketi cidden taziye ediyorum; bu çeşit zülcenaheyn ve hakikî mü’min ve müdakkik bir âlim ve yüksek bir edib, muallim ve tesirli bir vaiz ve müderrisi kaybettiği için, büyük bir musîbettir. Cenâb-ı Hak, inşallah, Denizli gibi kahramanlar ocağından çok Hasan Feyzi ruhunda Nurlara sahip ve naşir çıkaracak. Bir tane, toprak altına girer, vefat eder; fakat yüz tane sünbüller meydana geldiği gibi, rahmet-i İlahiyeden ümitvariz ki, Hasan Feyzi de öyle kudsî bir sünbül verecek, çok Hasan Feyziler Nur dairesinde yetişecekler, vazifesini daha ziyade yapacaklar.

Saniyen: Bu kahraman kardeşimizin, hayatta kaldığı gibi, defter-i hasenatına herbirimiz, manevî kazaçlarımız-umumda olduğu gibi, hususî bir surette dahi- kardeşlerimize hediye etmeliyiz.

Hem size bundan evvel yazdığım mektuptaki şiddetli hiddetim ve dimağımdaki perişaniyet, şimdi tahakkuk etti ki, o kahraman kardeşimizin vefatı gününden başlamış. Hatta o tesir, ihtiyarımı selbetmişti. Öleceğim diye hizmetçiye vasiyetimi söyledim. Demek ikinci bir ruhum hükmünde Hasan Feyzi, benim bedelime ölmüş ve ölüyor. Hatta onun vefat mektubu, bütün bütün adetime muhalif bir buçuk saat elimde iken açamıyorum. Her ne ise, bütün bu elim acılara mukabil, inayet-i İlâhiye imdada geldi; hem kendimi, hem onu, hem Nurcuları mesrurane ruh-u canımızla taziye için tebrik ettim. Bin barekallah ve binler rahmetullah dedim; terhisini alkışladım.”10

Haşiye (1): “Hakikaten merhumun münacat-ı karin-i icabet olmuş ki, aynı yıl içinde Üstadına bedel mahkemede Üstadına zarar gelmemek için “Ya Rabbi, canımı al!” Lailahe illellah diyerek mahkemede vefat ederek irtihal-i dar-ı beka etmiştir. Rahmetullahi aleyh.” Sabri

Haşiye (2): “Benim bedelime şehid olacağını hissetmiş. Kuvvet-i ihlâsın kerameti olarak haber veriyor. Haber verdiği gibi şehid oldu.” Said Nursî

 Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 80-81.

2- İslam Yaşar, Nur Talebeleri, 43.

3- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 201.

4- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 82.

5- Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, 290-91.

6- Bediüzzaman Said Nursi, Şuâlar, 92.

7- Bediüzzaman Said Nursi, Şuâlar, 298.

8- Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, cilt, 2, 184.

9- Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, cilt, 2, 166.

10- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 162/62.

Okunma Sayısı: 6154
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı