Başlık bulmakta zorlandığım bu yazıya, Ramazan-ı Şerif’e kavuşturan Rabbime hamd ederek başlamak istiyorum.
Bu mübarek ay ki baş tarafı rahmet, ortası merhamet, sonu ise Cehennem’den azad müjdesi olan bu rahmet ayına girerken; hemen ardından gelen ayın içerisindeki seçimlerin arefesinde yazılan, çizilen ve söylenilenleri okuyup, dinleyip ve yaşadıkça doğrusu sevinecek miyim, üzülecek miyim bilemedim gitti.
Sevgili Peygamberimiz (asm) “Sizler iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”1 esasını emreder, aziz ve kıymetli Üstadım Bediüzzaman, inanç birliğinin (tevhid-i imanî), elbette gönül birliğini (tevhid-i kulûbu) gerekli kılar, der. Risale-i Nur ile iman ve Kur’ân hizmetinin en mühim maksadından ikincisi ittihad-ı İslâm olarak tesbit ve işaret ederken sosyal medyada okuduklarım beni fevkalâde üzüyor.
Mü’minlerde bölünmeye, parçalanmaya, düşmanlık ve ötekileştirmeye sebep olan tarafgirlik, inat ve hased rüzgârı, özellikle seçim öncesi zamanlardaki haddi ve maksadı aşan ölçüsüz ifadelerle ihtilâf fırtınasına dönüşürken, bu yazıya başlık aramanın bir âlemi var mı?
Çok açık bir misalle anlatılıyor şöyle ki: “Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir cani var. O gemiyi gark (batırmak) ve o haneyi ihrak etmeye (yakmaya) çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta bir tek masum, dokuz cani olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılamaz.”2
Hoşumuza gitmeyen bir cani sıfatı ya da bizden farklı düşündüğü siyasî görüşü ve yaptığı tercihi yüzünden ona kin ve düşmanlık yapmak çok fena ve çirkin bir zulümdür. Kaldı ki o kişi eşimiz, evlâdımız ya da akrabamız da olabilir. Ferdî tercih hakkını kullanmasına saygı duymamız gerekir iken; fenalığı için sadece acıyıp, duâ etmek var iken; ve eğer mümkün ise tahakkümle değil lütufla izah ederek ıslahına çalışmak var iken; kardeş bildiğimiz nice arkadaşlarımızın geçici şeyler yüzünden kırılan kalplerine, yıkılan dostluklara şahit oldukça inanın bu yazıya başlık bulmakta çok zorlanmıyorum, artık.
Fâtır Sûresi’ndeki “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez.” İlâhî hüküm çok açık bir şekilde bir mü’mindeki cani bir sıfatından dolayı diğer vasıflarına düşmanlık etmenin adaletsizlik ve bunu yapanın ise İbrahim Sûresi’ndeki “Muhakkak ki insan çok zalimdir” âyetiyle, Allah’ın hükmünce zalim olduğu ifade edilir.
İşte böylesine dehşetli ikazlar var iken iki ellerim arasındaki başımı arıyorum! Hangi siyasî bir yorum var ki kıyısından kenarından gıybete temas etmemiş olsun diye soruyorum, kendime.
“Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi kerahet edip (memnun olmayıp) darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.” hükmünün yazıldığı aynı Uhuvvet Risalesini okuyarak sosyal medyada; farklı düşünen, değişik tercihte bulunan din-iman ve Nur kardeşini, bahsedilen ıslah usûlü ile iyiliğine çalışmayıp, ölçüsüz ve dengesiz yorum yapanlara ister istemez şahit oldukça; yok yok bu yazıya başlık bile bulmak istemiyorum.
Dipnotlar:
1- Müslim, İman 93-94; Tirmizi Et’ime 45; İbn-i Mace, Mukaddeme 9. 2- Mektubat, s. 309; Son cümle çok dikkat çekici!