Türkiye’nin gündemi çok ağır. Bir yanda Fırat Kalkanı harekâtında şehit olan askerlerimiz, bir yanda terör saldırıları, bir yanda devam eden dâvâlar diğer yanda Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili aldığı karar…
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki restleşmede gelinen nokta, Avrupa Parlamentosu’nun “hukukî bir geçerliliği olmayan” “üyelik müzâkerelerini geçici olarak dondurma” oldu. Dondurma kararının gerekçesinde, Türkiye’deki olağanüstü hal (OHAL) uygulaması ile demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularındaki geriye gidiş olarak yazılıyor. AB tarihinde aday ülkelerle ilgili böyle bir karar ilk defa oluyor.
Vizesiz seyahat için üç şartın karşılanmaması ile başlayan bu restleşme, AP Başkanlığını bırakmaya hazırlanan Martin Schulz’un ve bazı AP yetkililerinin “sorumsuz ve basiretsiz” açıklamalarıyla tavan yaparken, ülkemiz yetkililerinin açıklamalarıyla bu noktaya kadar geldi.
Türkiye kararı “yok hükmünde” kabul ederken, kararı iade etmeye hazırlanıyor. Aslında, Türkiye’nin AP’nin bu “tavsiye kararı”nı yerine getirmek gibi bir sorumluluğu yok. Önemli olan 15-16 Aralık tarihinde yapılacak olan AB Zirvesi’nin kararı. AB ülkelerinin liderlerinin Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin devamından yana tavır içinde oldukları gözleniyor.
Bu yüzden Türkiye “hukukî gerekçesi” olmayan bu karara elbette tepkisini gösterecektir. Bu tepkiyi gösterirken de, Türkiye’nin de yapması gereken düzenlemeleri olup olmadığına da bakılması gereklidir. Kararı soğukkanlılıkla değerlendirilmesi ve akl-ı selimle hareket edilmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Bir de diyalog kanallarının açık tutulması gerekiyor.
Önümüzdeki ay yapılacak olan ve liderlerin katılacağı AB Zirvesi öncesinde liderler nezdinde çalışmalar yapılmasının gerekliliği de ortada. AB’nin üyeliğine mesafeli yaklaşan ve “imtiyazlı ortaklık” gibi bir üyeliği ortaya atan Almanya Başbakan Angela Merkel’in bile Türkiye ile diyaloğun sürmesi gerektiği yönündeki açıklaması dikkatli okunmalı.
Bu aşamada, “Dostlukları artırma”yı ana eksen olarak kabul eden Başbakan Binali Yıldırım ve hükümete önemli görevler düşüyor.
***
AB ile restleşme ve devamında böyle bir ağır kararın çıkmasından sonra bazı çevrelerin “Birbirimize yeteriz, AB ile müzakereleri bitirelim” türü beyanların gelmesi de dikkat çekiyor.
Oysa, Türkiye demokrasi, insan hak ve hürriyetleri, adalet, hukukun üstünlüğü, din ve vicdan hürriyetini esas alan AB hedefinden vazgeçmemelidir.
Hükümet yetkilileri “AB’nin alternatifi Şanghay Beşlisi Örgütü (ŞİÖ) değil” diyorlar. Diğer yandan ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Türkiye bir defa kendini rahat hissetmeli. ‘Benim için varsa, yoksa Avrupa Birliği’ dememeli. Meselâ, ‘Şanghay Beşlisi içerisinde Türkiye niye olmasın?’ diyorum. Temenni ederim ki orada olumlu bir gelişme olması halinde, yani Türkiye’nin Şanghay Beşlisi içerisinde yer alması, bu konuda çok daha rahat hareket etmesini sağlayacaktır” açıklaması üzerine ŞİÖ üyeliği tekrardan gündem gelirken, zaten AB üyeliğinin karşısında olan kişilere de gün doğmuş gibi gözüküyor.
Peki, AB’nin alternatifi bu ŞİÖ olabilir mi?
Çin ve Rusya’nın öncülüğünde Şanghay’da toplanan beş ülkenin Sınır Bölgeleri’nde Askerî Güvenin Derinleştirilmesi Anlaşmasını imzalamasıyla Şanghay Beşlisi (Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan) olarak kurulmuştu. Sonradan Özbekistan örgüte katılması ile 6 ülkeden oluşan bir örgüt haline geldi. Örgütün amacına baktığımızda, sınır güvenliği, askerî güveni sağlamak, ABD ve Batı’ya karşı alternatif ve etkili blok oluşturmak olarak özetlenebilir. Bu örgüte üye ülkelere bakıldığında yönetimlerinin baskıcı ve hürriyetleri kısıtlayıcı oldukları da görülebilir.
Oysa Avrupa Birliği sadece bir ekonomik birlik değildir. Bir medeniyet, insan hakları, din, vicdan hürriyeti ve demokrasi projesidir. Kopenhag Kriterleri’ne bakıldığında, istikrarlı demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, çok partili demokratik sistemin yer aldığı görülür. Şu anda AB ülkeleri içinde bu değerlere zarar veren ülkeler olabilir. Bu ülkelerdeki liderler gittiğinde kriterlere döneceklerdir, dönmeleri de gerekir.
Türkiye’ye en başta lâzım olan demokrasi, hürriyetlerin genişlemesi, hukukun üstünlüğü mü, yoksa sınır güvenliği ve askerî tedbirler mi? Elbette askerî tedbirler de lâzım, ama önce demokrasi ve hürriyetlerin genişlemesi… Önceliklerimizi iyi belirleyip yönümüzü ŞİÖ’ye değil, AB’ye çevirmeliyiz. Darbeleri üreten anlayıştan da, ancak demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile kurtulacağımızı da unutmamamız gerekir…