Son günlerde Türkiye-Avrupa Birliği yetkilileri arasındaki restleşme son sür’at devam ediyor.
Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere Avrupa Birliği Bakanı ve Dışişleri Bakanı da AB İlerleme Raporu ve sonrasında AB yetkililerinin yaptığı “gereksiz” açıklamalarına karşı aynı sertlikte hatta daha fazla tepki gösterdiler. Aslında bu “restleşme” vizesiz seyahat için üç şartın karşılanması ile başlamıştı.
Binali Yıldırım AKP Genel Başkanı ve Başbakan olduğunda ilk açıklamasında, “Dostlukları arttıracağız, düşmanlıkları azaltacağız” demişti.
Bu sözlerden sonra kopan ilişkilerimiz Rusya ve İsrail’le “normale” dönmüştü. Sınırımızı ihlâl eden savaş uçağını düşüren Türkiye, “Bir daha ihlâl olursa yine düşürürüz” den özür dileme noktasına gelmiş ve Rusya ile buzları eritmiştik. Yine Mavi Marmara Gemisi’nde 10 vatandaşımızı şehit eden İsrail’le de bir şekilde ilişkileri normale döndürdük! Hatta şu anda iki ülke arasında elçiler bile göreve başladı.
***
“DOSTLUK” UZUN YILLARA DAYANIYOR
Bunu şunun için anlatıyoruz. İlişkilerin bittiği ülkelerle bile düşmanlıkları azaltıp, dostlukları arttırıyorken, AB’li bir yetkilinin gereksiz açıklaması karşısında “AB için referandum” noktasına gelinmesi normal olmamalı.
Zira AB ile dostluğumuz uzun yıllara dayanır…
Demokrat Parti’nin 31 Temmuz 1959 yılındaki müracaatı, 15 Eylül 1959 tarihinde kabul edildi. Türkiye müracaat tarihinden sonra 1960, 1980 darbelerini yaşamış, 1971 muhtırasını, 28 Şubat postmodern darbelerini görmüş bir ülke. Böyle geçmişi olan bir ülkenin demokrasi projesi olan AB’ye üye olarak alınması zaten beklenemezdi. AB kapısında bekletilmemizin en büyük sebebi budur.
“AB’ye uyum” adı altında yapılan kanunî değişikliklerle demokrasi ve hürriyetler konusundaki ilerlemenin olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Avrupa Birliği’ni sadece bir ekonomik birlik değildir. Kopenhag Kriterleri’ne bakıldığında, istikrarlı demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, çok partili demokratik sistemin yer aldığı görülür.
***
KOPARSA BİZ UĞRAMAYIZ!
Burada Başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek’in, “Japonya’ya gittim. En çok sorulan soru şu oldu. Türkiye Avrupa’dan kopacak mı? Koparsa bir uğramayız! Kendi menfaatlerimiz gereği AB ile ilişkileri götürmemiz lâzım” sözleri bir gerçeği ifade etmesi açından önemli.
AB meselesi, günlük siyasî tartışmalarla, AB içindeki bazı yöneticilerin sözleriyle değerlendirilecek bir proje olmamalıdır. “AB’den üyeliğimizi çekeriz” resti çekmenin kimseye bir faydası olmayacaktır.
Türkiye, içine kapanmamalı ve AB perspektifinden vazgeçmemelidir. Şu aşamada AB’nin bazı yöneticilerinin sözlerine bakıp hareket etmek yanlış olur. Çünkü, insanlar gelip geçicidir, AB ise kalıcıdır. Basiretsiz yöneticilerin yüzünden AB’nin bazı değerleri zarar görmektedir. AB ile müzakere tarihi alındığı günlerde, “Türkiye’ye müzakere tarihi verildikten sonra İslâm ile demokrasinin bir arada nasıl olduğunun en güzel örneği görülmüş olacaktır” deniliyordu. Bu duruşa devam edilmelidir.
Türkiye’deki demokrasi, insan hakları, din ve vicdan hürriyeti, hukuk standartlarına erişmemiz AB proje ile gelişir. Darbeleri üreten anlayıştan ancak demokrasi, hürriyetler ve hukukun üstünlüğü ile kurturuluz.
Bir ay sonra toplanacak (15-16 Aralık) Avrupa Birliği liderler zirvesine kadar Türkiye AB’deki birkaç yetkilinin (menfi Avrupa taraftarlarının) “tuzağına” düşmeden süreci dikkatli bir şekilde devam ettirmeli ve bunun için “diplomatik dil” kullanmalıdır.
Unutmamak gerekir ki, Türkiye’nin AB üyeliği her alanda çok şey kazandıracaktır.