İnsan, dünyaya imtihan için gönderilmiştir.
Asıl vazifesi duâ ve tekâmüldür. Marifetullahın kodlarını hayatına yansıtarak terakkiyatı gaye etmesi gerekir. En güzel surette yaratılan insanda, en yüksek mertebelere ulaştıracak güç vardır. Terakkiyat imanla, ibadetle elde edilir. İman ve ibadet yeri ise dünyadır. Bu sebeple terakkinin, imtihanın yapıldığı yerde olması gerekir. Çünkü ihtiyaçların olmayacağı Cennette, terakkiyata sebep olacak yardımlara da gerek yoktur. Zaten Cennet ulvî terakkilerin neticesi olduğundan, ölümle birlikte imtihan kapısı kapandığında tekrar terakki ile bir yükselme olması mümkün gözükmüyor.
İsteklerimiz ve yaptıklarımız doğrultusunda elbette derecelerimiz olacak, ancak dünyadaki gibi bir mesuliyet söz konusu değildir. Dünyada iken çalıştığımız kadarıyla nihayet olarak Cennete terakki edeceğiz.
Bediüzzaman “Herkes konumunu, derecesini, makamını, mertebesini dünyadan getiriyor.”1 diyerek, Cennetteki yerimizin Dünyada kazanılacağını söylüyor. Cennet imtihan yurdu olmadığı için, gayret ve çabaya gerek duyulmuyor. Ölümle biten alçalmanın düşmenin olmadığı bir âlemde, yükselmeden bahsedemeyiz. Peygamber Efendimiz’in (asm), dediği gibi “Kul ne hal üzere ölürse, Allah onu o hal üzere diriltir.”2 Demek mertebeler kısa olan dünya âleminde kazanılıyor. Ayrıca burada ‘elhamdülillah’ diyen orada ‘elhamdülillah’ yiyecektir” sözü bunu ifade etmektedir. Yani bu dünyadaki hiçbir iyiliğimiz zayi olmayacak ve orada Cennet nimetleri şeklinde bizlere takdim edilecektir.
Cennetteki makamlar katmanlar şeklinde değildir. Bütün mü’minler aynı Cennet içerisinde, istediği kadar istifade edecektir. Ancak insanların bu nimetlerden alacağı lezzet farklıdır. Bu farklılık da bilinmeyerek, herkes en güzel nimetlere kendisinin mazhar olduğunu telâkki eder. Cennette yükselmek istersek de yine Allah’ın izniyle bu isteğimize derecemiz kadar ulaşırız. Yeter ki dünyada Cennete vasıl olacak terakkiyata ulaşalım.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 812.
2- Camiü’s-Sağir, 3/392.