Ayetler ve hadislerle de sabittir ki, şehitlerin farklı bir hayat tabakası vardır.
Kabir ehlinden farklı olarak, öldüklerini bilmezler. Ölümdeki ayrılık acısını da hissetmezler. Dünya hayatına benzer, ama daha güzel bir yere gittiklerini bilirler. Cenâb-ı Hak onları, kedersiz, zahmetsiz, lezzet ve saadet içinde başka bir hayatta yaşatır. Zira Bakara Sûresi 154. ayette “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Aslında onlar diridirler. Ancak siz bilmezsiniz” buyurarak Cenâb-ı Hak şehitlerin aslında ölü olmadıklarını belirtiyor.
Bediüzzaman Hazretleri Mektubat eserinde hayat tabakalarını anlatırken, şehitlerin hayat tabakası konusunda bu âyeti de tefsir etmiş oluyor. “Nasıl ki, iki adam bir rüyada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır.” diyerek, kabir ehli olan diğer ruhlar ve şehitler arasındaki farkı böyle bir örnekle akla yaklaştırmış.
Bu konuda bir başka örneği de kendi hayatında yaşadığı bir hadise ile veriyor. Çok sevdiği yeğeni ve talebesi Ubeyd 1. Dünya Savaşında kendisiyle birlikte Rus ve Ermenilere karşı çarpışırken şehit olmuştu. Buna çok müteessir olan Bediüzzaman Hazretleri’ne sadık bir rüyada hakîkat gösterilince teselli buluyor. Yeğeni Ubeyd, yer altında güzel bir menzilde, şehitlerin hayat tabakasında yaşamaktadır. “Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış.” (Mektûbât, s. 33)