Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ileriyi gören nazarıyla, toplum ve şahısların selâmetinin bu iki kelime ile temin edilebileceğini, eserlerinde izah ve tesbit etmiştir.
Hürriyete Hitap Nutku’n da, hürriyet için; “Eğer aynülhayat şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o Cennette neşvünema bulsan, bu millet-i mazlumenin de eski zamana nisbeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum” der, mazlum ihvanı da Hürriyet’e dahil olmaya dâvet eder, hangi kapılardan girileceğine dair yol gösterir:
“Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulüp,
İkincisi, muhabbet-i milliye,
Üçüncüsü, maarif
Dördüncüsü, sa’y-i insanî
Beşincisi, terk-i sefahattir.
Hürriyet’in başında bazı dindar mebusların: “meşrûtiyeti de meşrûiyet suretinde beğeniyorsun” sözlerine, 4. cinayetteki ifadeler cevap mahiyetindedir.
“Meşrûtiyeti meşrûiyet ünvanı ile telâkki ve telkin ediniz. Ta yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti adab-ı şeriatla takyit ediniz.”
Demek hürriyetin manasının tam icra edilebilmesi, şeriatın düsturları ile mümkün. Devamında ise hürriyet zemininde adaletin tesisinde, dört mezhebin esas alınmasını ifade eder. “Dağ meyvesi acı da olsa devadır” makalatında açıklık getirir. Âlem-i İslâmiyetteki düğümleri göstermek, terakki meylini harekete geçirmek için adalet ve meşveretten ibaret olan meşrûtiyetin aslını ve menbaını, İlâhî kanunlarla şerh eden dört mezhebin kabulü gerekir, der. Neden?
“Zira milyonlarla dahilerin ecr-i ahiret için istinbat (içtihat) ettikleri bahr-i Umman gibi mesail-i şer’iyeye kanaat etmeyip, Avrupa’ya ahkâm ve ahlâkta dilencilik ve izhar-ı fakr etmek, din-i İslâm’a cinayettir. Meşrûtiyette hâkim kanun olduğundan, bu kanun libas-ı milliye-i İslâmiyeyi giymeli; ta ki Asabiyet-i maneviye (manen dahil olduğumuz cemaat) onun riyesetine karşı red cevabı vermesin.”
Meşrûtiyet, İslâmiyet libasını giydiği takdirde; Zakkum şecerelerini (dinsizlik, iftirak, zünup, mesavi-i medeniyet, zann-ı fasid-i ecanip) kökünden söküp atacak. Şecere-i Tuba, umumun birliği ve şeriatın genişlemesiyle terakki edecek, nokta-i istinadımız din olup, dini hurafelerden temizleyecek, neşvünema bulacaktır, inşallah.
Aksi halde; “Eğer meşrûtiyeti hürriyet-i şer’iye ile kabul etmezsek ve öyle tatbik edilmezse, elimizden kaçacak, müstebit bir idareye yerini terk edecek.” (Tarihçe-i Hayat)
Üstad Bediüzzaman, meşrûtiyetin ismine değil, manasına muhabbetinin sebebini de şöyle ifade eder:
“Asya’nın ve âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrûtiyet-i meşrûa ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve tali ve taht ve baht-ı İslâm’ın anahtarı da meşrûtiyetteki şûrâdır.” (Tarihçe-i Hayat)
“Meşrûtiyet ve kanun-i esasi işittiğiniz mesele ise hakikî adalet ve meşveret-i şer-iyeden ibarettir; hüsn-i telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz meşrûtiyettedir.” (Tarihçe-i Hayat)
Bu günümüze ışık tutan, istikamette kalmanın yollarını gösteren Üstadımızdan Rabbim razı olsun. Amin...