Hayat, ince bir ip gibi ve biz de düşmeden üzerinde ilerlemeye çalışan kişileriz.
Bazen insan eline bir iğne batmasından korkarken o iğne bazen onun elindeki kıymıkların temizleyicisi olur. İğneden medet bekler. Ve Allah insanı korktukları ile sınar, tecrübe eder.
Aynaya baktı. Aynaya bakarak yapması gerekiyordu diksiyon çalışmalarını. Ağzına kalemi aldı büyük bir hevesle ve eline hocasının verdiği tekerleme kâğıdını aldı. Aynaya bakarak okumaya başladı: “Bir berber bire berber…” ama okurken gözlerine takıldı gözleri. Daha önceden kendisiyle hiç konuşmamıştı bu denli. Ama şimdi bahanesi vardı ve kendisi ile konuşuyordu.
Gözlerindeki yorgunluğu gördü. İlk defa fark ediyordu bu yorgunluğun oluşturduğu kanlanmayı. Dışarı çıksa bu yorgunluğu makyaj ile mi kapatacaktı? Ağzında kalem, ama o gözlerinde takılı kalmıştı. Gözlerini nelere yormuştu? Filmlere, televizyona, telefona… En son ne zaman kitap okumuştu? Ya da en son ne zaman Allah’a yöneltmişti kalbini?
Gözleri doldu. Gözlerinden akan yaşları ağzındaki kalemin akıttığı sıvı ile karışmıştı. Tekerlemeleri bir kenara bıraktı. Ağzından kalemini çıkardı. Düşündü sonra. Ahireti için ne yapıyordu? Gözleri gibi bütün vücudu da yorulacaktı birgün. Ve o gün en çok korktuğu ölüm ile yüzleşecekti. O zaman bu işlerine ayırdığı vaktin ne kadarını Allah’a kulluk görevi için ayırıyordu?
Saatler ne çabuk geçiyordu. Her saat ömrümüzden bir saati daha götürüyordu. Ve Allah bizim diksiyonumuza değil, kalbimize bakacaktı. Kalbimizin dili bizim için önemli olacaktı. O gün korkularımız ile tıpkı aynada gördüğü yansıması gibi yüzleşecekti. Allah bize her an kendisini hatırlatan bir işaret gönderiyordu, önemli olan o işaretleri görebilmekti.