İnsan büyüdüğü zamanı anlamak isterse, değer verdiklerine bakmalıdır. Meselâ eğer değerli gelen hâlâ oyuncakları ise o ya çocuktur ya da çocuk ruhludur. Ama eğer kıymetlileri geçmişindeki anılar ise büyümeye başlıyordur.
Büyümek, bence olayların farkına vardığımız zaman gerçekleşmeye başlar. Bu yüzden kitabî kavramların benim için hiçbir değeri yoktur. Öğretmen olunca, çocukların yaşlarına göre değil; kişilikliklerine göre davranmaya başlamamın sebebi de budur. Meselâ kocaman adam dedikleri öğrencim, telefonundan oyun oynuyorsa ve kalem kutusunda küçük bir oyuncak ile mutlu oluyorsa, o zaman o hâlâ çocuk ruhludur. Demek ki o da hâlâ çocuksu kalbinin egemenliğinde yaşıyordur. Ve benim de onunla oyun oynayarak bir yöntem geliştirmem gerekiyordur. Ki öyle de yaptım. Sınav sonuçlarında bir tek benim dersimde iyi dereceye ulaştığında da anladım ki; öğrencim beni sayıyor ve Türkçe derslerine çalışıyor.
Sonra kendime baktım. Ben de büyümüşüm. Artık babamın küçük kızı konumum değişerek, öğretmen olmuşum. Öğretmen, sorumluluğu da üzerine geçiren bir meslek. Yani, bir öğretmen kılavuzunu iyi seçmeli ki, iyi öğrenciler yetiştirsin.
Öğretmen yoluna nasıl devam ederse, arkasından gelenler de o yoldan öyle devam eder. Kötülükleri kendi kılavuzu ile temizlemeli ki; arkasından gelenler temiz yoldan devam etsinler. O yüzden ben kılavuzum olarak Risale-i Nur’u seçtim. Daha doğrusu Risale-i Nur beni seçti. Eskiden okuduğumda anlayamaz iken, artık anladığıma göre Risale-i Nur’da beni kabul etmiş. Yani ben artık büyümüşüm, yoluma da bilinçli olarak devam etmeye başlamışım. Ve ben bunu daha yeni fark ettim.
Öğretmen, bazıları için garanti bir meslek iken, ben hiçbir zaman bu işe para için bakmadım. Bakanları da gerçek bir öğretmen olarak görmüyorum. Bir öğretmen, öğrencisi için dersleri anlatan bir insandan çok daha fazla; abla olmalıdır, abi olmalıdır, yeri geldiğinde sırdaşı olmalıdır. Eğer öğrencileri sever ise bir gün mutlaka öğrencilerde onu sevecektir.
Bu düşünceler Hutbe-i Şamiye okurken döküldü cümlelerime. Üstad, o gün kürsüden insanlara seslenirken; “benim misalim, medreseye giden bir çocuğun misalidir ki, o sabi çocuk sabahleyin medreseye gidip okuduğu dersini babasına arz eder. Tâ doğru ders almış mı?” diyordu. Ben de öğretmen olarak kürsüye çıktığımda, aynı mütevazilik içinde olmam gerektiğini anladım. Önce kendimi yetiştirecek, sonra da öğrencilerime faydalı olacaktım.
Sanırım Edebiyat Öğretmeni, bu yüzden önemliydi. Bir öğretmenin her şeyi bilmesi mümkün değildi, ama iyi bir kılavuza ihtiyacı vardı. Ben de kılavuzumu Bediüzzaman Hazretleri, dersimi de Risale-i Nur olarak seçmiştim. Onun için endişe etmeme gerek yoktu.
Her fikir, her düşünce, her akım hür olarak konuşacak, ama siz onlara doğru yolu göstereceksiniz. Bu yol ise kılavuzunuz olan yol. Bu yüzden işimi çok seviyorum. Ben yoldan dikenleri temizler iken oralara güzel kelâmları ekeceğim ve sümbülleneceği zamanı bekleyeceğim.