İslâm kanunu üç sene boyunca Avusturya’da enine boyuna tartışılmış, dolayısıyla Almanya ve lisanı Almanca olan İsviçre’de de ilgiyle izlenmiştir. İşte bakınız, Almanya Federal Meclisinde Birlik Partileri Grubunun kilise ve din siyaseti sözcüsü Franz Josef Jung diyor ki:

“İslâm (böylelikle) sabit çerçeveleriyle daha fazla hür toplumla birleştiriliyor, bu doğrudur. Gerçi böyle bir kanun Almanya’da zarurî değildir, ama Avusturya benzerinde olduğu gibi kendimize sormalıyız, uzun vadeli olarak imamların yurtdışından finanse edilmesi ve oradan gönderilmesi doğru mudur? İmamların vaazları günlük hayatta Almanca olmalı değil midir?“

Hem zaten bu İslâm Yasası‘nın diğer AB ülkelerine öncü ve örnek bir yasa niteliğine sahip olduğu görüşü de Avusturya Dışişleri ve Uyum Bakanı Kurz’a aittir.

Kurz, bu yasayı birlikte yaşamak ve İslâm namına “çok önemli bir adım” olarak niteliyor. Yasanın Avusturyalı Müslümanların haklarını ve yükümlülüklerini düzenlediğini, kanunun asıl sebebinin teröre karşı bir tedbir olmadığını ve olamayacağını açıkça ifade ediyor. Kurz’a göre bu yasa, Avusturya’nın kararıdır. Daha önceden İslâm Cemaati Başkanlığı’nın da desteği alınmıştır.

Kurz, Erdoğan’ın yasayı kritize eden görüşüne karşı, “Biz İslâm’ın Avusturya’da hür olmasını ve yurtdışından gelen vesayet olmaksızın neşv-ü nema bulmasını diliyoruz” demiştir. 

Ayrıca Avusturya İslâm Cemaati (Diyanet İşleri) Başkanı Dr. Fuat Sanaç, İslâm Yasası’nın değişmesinin kendilerinin teklifi olduğunu söylüyor. Ve, “Bu kanuna karşı çıkanlar bilmelidir ki, bu yasa İslâm’ın Avrupa’ya da yayılmasını ve İslâm’ın aslen kabul edilmesini sağlayacaktır. Bu yasa dinin öğrenilmesi, öğretilmesi, yaşanması ve yayılması haklarını korumaktadır.” şeklinde kesin bir beyanda bulunuyor. 

Sürece iyi başladıklarını; ancak yasalaşma sürecinin IŞİD gibi meselelerin tartışıldığı kötü bir döneme denk geldiğini belirten Sanaç, “Yasa taslağı, hükümetin Kasım ayında duyurduğu eski haliyle çıkmış olsaydı Müslümanlara büyük darbe vurulacaktı. İki sefer bizim rızamız olmadan, bizi beklemeden taslağı meclise gönderdiler. Kendilerine dedim: “İslâm’ı baltalamak için ortaya sürülen bir çok terörist grup, yakıp yıkıp gittiler. IŞİD, Boko Haram gibiler de gidecek. Ama İslâm burada kalıcıdır.“ Daha sonra ancak 23 maddeyi değiştirebildik. Yüzde yüz yine de tam istediğimizi yapamadık; ancak yüzde 90 yasanın bu halinden memnunuz. Bunlar Allah’ın kanunu da değil, tekrar değişebilirler.” 

***

Ve Bediüzzaman Said Nursî, 1910 yılında Şam Emevi Camii’nde okuduğu hutbede şöyle diyordu: 

“Avrupa’nın asr-ı âhirde en meşhur bir filozofu Prens Bismark diyor ki: ‘Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarına binaen, beşerin saadeti için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) Kur’ân’ını umum kütüplerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser, beşerin sözü olamaz. Bunu Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) sözüdür diyenler, ilmin zaruriyatını inkâr etmiş olurlar. Yani, Kur’ân Allah kelâmı olduğu bedihidir.‘ 

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:

Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.”