“Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibariyle inkâr ediyorum. Ve Risale-i Nur bunu kat’i ispat etmiş. Öyle de, beşeri gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da, tabiat gibi inkâr ediyorum.”
Bediüzzaman Said Nursî’ye ait bu ifadeler, Emirdağ Lâhikası’nda geçiyor. Burada bir noktaya özellikle dikkat lâzım. Tabiatı, sadece “icad” itibariyle reddediyor. Yani tabiatta bir güç, bir irade, bir icad kabiliyeti yoktur. Sadece Cenâb-ı Hakk’ın san’at ve rahmet eserlerini neşreden bir kitap hükmündedir.
İnsanoğlunun kendi icadı gibi zannedilen fen ve teknoloji sayesinde sahip olunan güç ve iktidar da insanoğluna ait değildir. Ama insanlar, bu keşfiyatları kendilerinden bilip; gurura, enaniyete ve firavunluğa saparak, kendilerinde bir güç ve iktidar vehmederek, Allah’ın sonsuz kudretini inkâr ettiği zaman, Bediüzzaman gibi Kur’ân ilmine mazhar olan bir zat da, onların bu sahte iktidarlarını inkâr edecektir ve biz de inkâr ediyoruz.
Aynı şekilde siyaseten de gurura, enaniyete ve firavunluğa saparak, güç ve iktidarın kendilerinde olduğunu zanneden nice zalimler şimdi toprak altında azap çekerlerken, onların halefleri hâlâ aynı inadı sürdürmeye devam ediyorlar. İşte biz bunların sahte iktidarlarını da inkâr ediyoruz.
BİZE DÜŞEN BAŞKA ŞEYLER OLMALIDIR
Ülkenin, ufukta görünen seçim havasına girdiği, daha dün seçimden çıkan partilerin sıtmaya tutulmuş gibi yeniden seçim sendromuna kapıldıkları; 7 Haziran’da kazananların, kendi parti liderlerinin uzlaşmaz tutumlarının ve bilhassa tek adam zihniyetinin hışmına uğradıkları, 1 Kasım’da da kazanıp kazanamayacaklarının derdine düştükleri, bazı milletvekillerinin az önceki seçimde borç-harç içinde yaptıkları harcamalarına, evlâtları ölmüş gibi oturup ağladıkları bir hengâmede, mânen ve fikren ve fiilen bütün bunların uzağında yaşayan biri olarak, bütün bunlara çok daha başka bir zaviyeden bakmak, çok daha başka şeyler üzerinde durmak kalbime doğuverdi.
Aslında hiç de “başka” olmayan; bilâkis meslek ve meşrebimizi, maneviyatımızı, fikriyatımızı, ruhumuzu, dünya ve ahiret saadetimizi yansıtan, ama birileri tarafından kasten “başkalaştırılan” başka şeyler...
Neşriyatımız itibariyle elli yıllık, Üstad’ımız ve Risale-i Nur itibariyle yüz yıllık mazisiyle bire bir bağdaşan, ama şimdiki gidişatla bağdaşmayan başka şeyler...
Sanki yabancısıymışız gibi gösterilen, ama hâlâ saadetimizin ve istikbâlimizin teminatı olan ve “bizim” olan başka şeyler...
Aslında bu başka şeyleri Yeni Asya’mız her gün nazara veriyor. Ama üzülerek ifade edeyim ki, bizzat bazı okurları tarafından bile o başka şeylere çok bakılmadığı, okunmadan bir kenara bırakıldığı için, günübirlik siyasetlerin dejenerasyonundan kurtulunamıyor. Bir abonemizle bunu bire bir yaşıyoruz. Dükkânına gelen gazeteyi okumadığına şahidim. Sık sık ziyaretine giderek, birimiz okur birimiz dinleriz. Onun okuması ve dinlemesi de bundan ibaret kalır. Ama söylediği, konuştuğu, atıp tuttuğu çok şey olur. Amcasıyım. Nurcu, Demokrat ve Yeni Asyacı olan babası vefat ettiği için, babası yerindeyim. “Amca”, der, “yahu bu Yeni Asya neden devletin aleyhinde bu kadar yazıyor?” İşte tam Osmanlı tokadı gibi bir amca tokadını hakeden bu yeğene gel de izah et. Devlet dediği de iktidardan ibarettir ki, yeğenim onu devlet ile özdeşleştirmiş. Kimilerinin daha ileri gidip İslâm ile özdeşleştirdiği iktidar!..
Hem zaten Yeni Asya’nın da bütün işini gücünü bırakıp, “Haydi hükûmete hücum!” diye bir çırpınışı olmamıştır ve olamaz. Yapıcı bir tenkid mânasında zaman zaman ya bir siyasetbilimcinin, ya bir içtimaîyatçının yorumudur, ya da bir haberdir ki, bazen manşetten veriyor. Bazı zahirperestler de sadece o manşeti görüyor, alt yazısını da okumadan, kendi kısır ve kâsır kafasından hükmünü veriyor, “işte Yeni Asya budur” diyor. Ve minel garaib!
İşte, hem de Hazret-i Bediüzzaman’ın mübarek lisanından çıkan, “iktidarı inkâr ediyorum” demenin tam da zamanı!. Aslında Üstâd bu beyanıyla, dünyevî iktidarların insanları sürükleyeceği (ahiretini de mahvedecek) en büyük tehlikeye karşı bir dik duruş sergiliyor. Gerek maddeten, gerekse siyaseten gurura ve enaniyete kapılarak her şeyi kendinden bilen bir iktidarı (güç gösterisini) “yok” sayıyor, “ademe-yokluğa” mahkûm ve hükümden iskat ediyor. İlâhî ve sonsuz kudrete nazaran, beşerî iktidara bir paye vermiyor.
Hür, Demokrat ve milletin emrinde hizmetkâr olan, gurura kapılmayan, gerekirse ve millet takdir ederse muhalefette de kalmaya razı olan iktidarlar müstesnadır. Bu tarife tam uyan bir parti olarak DP’nin varlığını sürdüreceğine ve istikbâlinin parlak olacağına inancımız tamdır.
Bu durumda şimdi siz; rızkını, hayatını, İslâmiyetini ve bütün varlığını iktidara borçlu zannedenlere ne dersiniz?
Ya peki, “Kur’ân’ın kudsî bir nüktesine dünya saltanatından daha ziyade ehemmiyet veren” Hazret-i Üstâd’ın ne kadar yolundayız.