Her şey bir tarafa; sadece Risale-i Nur’a ve talebelerine yönelik akıl almaz gelişmeler, entrikalar, planlar, senaryolar, tutmayan hesaplar ve umumun vicdanında ma’kes bulmayan siyasî söylemler o kadar üst üste geldi ki, üstesinden gelmek için Allah’ın (cc) sonsuz kudretine sığınmaktan başka çare kalmadı.
Bu ahirzamanda iman ve Kur’ân dâvâsına öncülük eden Risale-i Nurların ve bu dâvânın ruhunu incitmeden, esaslarını tahrif etmeden sürdürme azminde olan misyonun başına gelenler, artık tahammül sınırında seyrediyor!
Ve bu tahammül de ancak ve ancak, “ihlâs, sadâkat ve tesanüd” sıfatlarına tam sahip olunmakla ve Allah’ın (cc) hususî inayetiyle izah edilebilir. Zira bu büyük dâvanın takipçilerine karşı içerden, dışardan, aşağıdan, yukardan (yalan ve iftira dahil) bütün malzemeler kullanılarak hücûma geçilmiştir. “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz” emrinin sırrı ve mânası, meğer bütün bunlar yaşandıktan sonra idrak edilebilirmiş! Ne gariptir ki; siyasî ve stratejik güç kapsamındaki antidemokratik, haksız ve hukuksuz hoyratça kazanımlar hengâmesinde ve menfaat kucaklaşmalarında, güya din ve manevîyat adına ve hatta Risale-i Nurlar hesabına -ki Bediüzzaman’ın asla tenezzül etmeyeceği- bazı kazanımlar elde edileceğine inanıldığı ve bu zan sebebiyle bütün bütün aldanıldığı bir zaman diliminde olanlar oldu. Nur’un muhkem kalesine yapılan hücumların dozajı giderek arttırıldı. Son sinsi bir teşebbüs de, bu kalenin içindekileri biribirleriyle uğraştırma çabası gibi seziliyor. Aman dikkat!..
Değerli Özdabak bu kaleyi ve ona yapılan hücumları usta kalemiyle bütün âleme mükemmel göstermiştir!.
Ey siyasî güce beyhude ümit bağlayanlar! Hani ya, “müştebih ağaçları gösteren semereleri”ydi... Hani ya, vesilenin neticesine bakılacaktı. Hani nerede umduğunuz o netice? Hiç, gizli ajandasında “Nurcuları bitirme” projesini taşıyan resmî ideolojinin payandası halinde iş gören siyasî bir iradeden, Nur’un lehine bir netice beklenir miydi?
İşte size açık bir soru: Siz bu siyasî iradeye neleri feda ettiniz ve bu fedakârlık karşılığında neleri aldınız ve daha neler alacaksınız? Mal, mülk, bina, pansiyon, mevki, makam, mebusluk vesaire, o büyük Üstâd’ın elinin tersiyle ittiği şeylerdi. Nur dâvâsı hesabına neleri feda ettiğinizi -ki buna hakkınız yoktu- ve neleri elde ettiğinizi ve edeceğinizi söyleyebilir misiniz?
Ey Nur’a gark olmuş ve bir ‘nazar-ı hafî-i gaybî’ ile halimize nazar eden aziz Üstâd!
Sen ki, ruhunun ve kalbinin derece-i hayatına tabi olmuş bir bedenle bu dünyada yaşadın. Sen ki, “âlem-i İslâm’a indirilen darbeleri en evvel kalbimde hissediyorum” dedin. Sen ki, sıradağlar gibi imanınla tahammülü imkânsız zulümlere ve darbelere dayandın. Zındıka komitelerinin planlarını, basiret ve ferasetinle altüst ettin. Sen ki, onların akıl almaz sinsi planlarından sakınmaları için talebelerini daima ikaz ettin, onlara her zaman ışık tutacak ölçüler koydun, Hücumat-ı Sitte’yi yazdın. Şimdi her tarafta Nur’un bayramı yaşanırken, nuranî inkişaflar gözleri kamaştırırken; kalbinin mesruriyetini, ruhunun memnuniyetini biz de hissediyor ve beşaşet saçan simanı görür gibi oluyoruz. Ama bir taraftan da, gizli komitelerin taktik değiştirip, ehl-i dinin arasını bulandırmalarına, Nur Talebelerinin muhabbet ve uhuvvetlerini zedeleme oyunlarına ve bazı talebelerinin buna âlet edilmelerine de ne kadar muzdarip olduğunu tahmin ediyoruz.
Ey Risale-i Nur Talebeleri!
Üstad hayattayken de, nazarları hep Nurlara çevirmedi mi? Nurlar, Kur’ân’a şeffaf bir ayna olmadı mı? Ona bakan, Kur’ân’ın güzelliklerine ve meziyetlerine intikal etmedi mi? Sahabe-i Kiramın, Peygamberimizden (asm) ders aldığı ve nurlandığı tarzda, bu Nur’un hakikî muhatap ve talebeleri de, perdesiz, aracısız direkt hak ve hakikata kavuşmadı mı? Nur’un açtığı bir gözle, bu zamandan Asr-ı Saadet’e ve Asr-ı Saadet’ten bu zamana bakılabilir hale gelinmedi mi? Risale-i Nur’un hocası yine Risale-i Nur olmadı mı?
Sonra bir baktık ki, Risale-i Nurları güya anlamak adına “anlaşılmaz” bir teşebbüs! Gençlerimiz, Risale-i Nurları gürül gürül orijinalinden okurlarken, kendi hayat felsefelerini Nur’un hakikatlarıyla dokurlarken, ileri sürülen gereksiz “sadeleştirme” furyası!.. Ve ardından -sanki derin devlet danışıklı döğüşüyor- güya Nurları “korumak” namına, basımını durdurma teşebbüsü!..
Bütün bu yapılanlar da Risale-i Nurları güya ‘anlamak ve korumak’ adına girişilen ‘anlaşılmaz’ ve ‘arkaplanlı’ teşebbüsler olarak tarihe geçecek!..