Bu Ahirzamanın fitne ve fesadı içinde iman ve istikametin korunabilmesi açısından, Risale-i Nurlara olan ihtiyaç; havaya, suya ve gıdaya olan ihtiyaç kadardır.
Kâinatın ve dinin Sahibi Zülcelâl Hazretleri, Said kuluna Kâinatı ve Kur’an’ı okuyarak yazmayı nasip ettiği Risaleler elbette ki okunmak içindir, okumamız içindir.
Fakat Risalelerin okunması, anlaşılmasına çalışılması kadar mühim olan bir şey daha var ki, o da Risale-i Nur gözüyle hal ve gidişatı okuyabilmek ve ona göre vaziyet alabilmektir.
Halbûki içtimaî ve siyasî hal ve gidişatı Nur’un gözüyle okuma hususundaki karnemiz karardıkça kararıyor.
Yeni Asya’nın bu sahaya sadık kalması; umumî uyumsuzluktan hasıl olan vahameti bertaraf etmeye yetmiyor. Yani beşerî, dünyevî ve uhrevî hal ve gidişatımızı Risale-i Nur zaviyesinden okuyabilmede sıkıntı ve arıza azalmıyor, artıyor.
İçtimaî meselelerin sindirile sindirile okunup idrak edilmesinden, hakikatlerle yüzleşilmesinden âdeta korkuluyor.
Sathî nazarlarla Risalelerden kendilerine göre çıkardıkları yerli-yersiz fetvalara sığınıp cereyanların cazibesine kapılıp gitmek daha kolay geliyor.
Belki de Nur’un beyanat ve tenvirlerine bile bile aykırı düşmektense, vurdum duymaz bir eda ile, mezarlıkta türkü söylercesine yol almak bazılarına daha ehven geliyor.
Risalelerdeki tevhid, nübüvvet, haşir ve ibadet meselelerini herkes derecesine göre zaten anlıyor ve dersini alıyor. Anlama dereceleri farklı da olsa ihtilâfa sebebiyet vermiyor. İstifade noktasında herkes hakkına razı oluyor. Asıl ihtilâf, içtimaî-siyasî meseleleri anlama ve kavramada ortaya çıkıyor. Bu ihtilâfı da, “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir” hâdis-i şerifindeki mânaya hamledemiyoruz.
Zira müsbet bir ihtilâf değil.
Tahribata yol açıyor.
Risale-i Nur’un omuzlarımıza yüklediği; din, vatan ve millet namına olan vazifeler lâyıkıyla yerine getirilmemiş oluyor. Böylece din de, vatan da, millet de zarar görüyor. Telâfisi gittikçe zorlaşan tahribat, yıkım ve gerileme meydana geliyor. Hal-i âlem buna şahittir.
Üçüncü Said döneminde bizzat Üstâd’ın nezaretiyle ve vaziyet aldırmasıyla içtimaî vazife bihakkın deruhte edildi.
Üstad’ın vefatından ve 1960 ihtilâlinden sonraki dönemde Zübeyr Ağabeyli Nurcuların maharetiyle müstakim çizgi yine devam etti. Neşriyatımıza topyekûn sahip çıkılmasıyla aynı fikir birliği, aynı dikkat ve heyecanla yola devam edildi.
Lâkin 1980 darbesinin Nurculara da isabet etmesiyle, aynı mânâyı canlı tutma adına yapılan gayretler, sadece belli bir kesimin boynunda kalınca, ancak özü muhafaza ve ağacı yeşil tutmaya münhasır kaldı.
Elhasıl; Risale okuyanlar, hal ve gidişatı da iyi okuyabilmelidirler. Okumayınca n’olur?
Merak etmeyin, bugünkü halden daha fenası olmaz.
Son zamanlarda sosyal medyada Sungur Ağabeye atfedilen bir söz var ki, Risale-i Nur’un içtimaî hayata tatbiki noktasında bugünkü garip halin resmidir.
Şöyle diyor:
“Risaleleri bin kişi duyar, yüz kişi okur, on kişi anlar, bir kişi istikamette kalır.”
Biz de deriz ki:
İşte o ‘bir’ de, ‘bin’e bedeldir!..