Büyük bir dâvânın sesini dünyaya duyurma azminde olan ve basın dünyasına Türkiye’den doğan bir Yeni Asya vardır. Her gün ambleminin alt yazısı olarak “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” hakikatını âleme ilân ediyor.
Fırtınalı ve dağdağalı bir zamanda Şarkî Anadolu’nun ufkunda şimşekler gibi çakan ve bihakkın ”Bediüzzaman” ünvanını alan Said Nursî de her sabah bu gazetede okurlarıyla buluşuyor.
O Bediüzzaman ki, her karesi harikalarla dolu bir hayat yaşamış. Sayısız defalar ölümle yüz yüze, burun buruna gelmiş, ama yaşatan Allah onu yaşatmış. Ömrüne ömür, hayatına hayat katmış. Kur’ân’ı eline alarak, Resulullah’ın (asm) sünnetine sarılarak, imanlı göğsünü dehşetli hücumlara siper etmiş. Allah’ı tanımanın, Resulullah’ı (asm) bilmenin ve o yolun sevdalısı olmanın nelere kadir olduğunu hayatıyla ispat etmiş. “Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” sözünü sözde bırakmamış, bizzat meydan okuyarak göstermiş.
Ne var ki, bir zamanlar onunla uğraşanların, onun vücudunu ortadan kaldırmaya çalışıp da kaldıramayanların nesilleri de tükenmedi, karanlık odaklar halinde iş başındadırlar. Hilelerle, taktiklerle uğraşmaya devam ediyorlar. Ama mühim bir sırra akıl erdiremeyerek, cahilliklerini de ortaya koymuş oluyor.
O mühim sır şudur:
Hayattayken, çok denedikleri halde, vücudunu ortadan kaldıramayanlar, serapa iman ve Kur’ân hakikatleri olan ve dünya dillerine çevrilen eserlerine asla zarar veremeyeceklerdir.
Onun naaşını bir gece gizlice mezarından çıkarıp meçhule götürenler ise, bilmeyerek onun bir beyanını tasdik ettirmiş oldular. Zira onun beyanı da, mezarının bilinmeyeceği yönündeydi.
Hâlâ onun; Nur, iman, hayat bahşeden eserleriyle yeni simalar, yeni canlar kazanılırken; imana ve hayata karşı direnenlere de aynı eserler meydan okumaya devam ediyor. Bin bir türlü hali olan dünyada değişen olayları, değişmeyen hakikatlerin süzgecinden geçiriyor.
Tam bu noktada Yeni Asya’nın üstlendiği misyonun bilhassa bir yönüne dikkat çekmenin artık yadırganacak bir tarafı kalmamıştır. Zira şimdi arz edeceğim bir husus; dosta da, düşmana da zahir olmuştur.
O husus da şudur:
Kur’ân’ın hakikî bir tefsiri olan ve müellifin kendi lisanında “Kur’ân’ın malı” olarak vasıflandırılan Risalelerin; ilim ve iman vadisinde yaptığı fütuhata, irşada ve hizmete dünya-âlem şahittir. Milyonların dünya ve ahiret saadetini temin ettiğine de milyonlar şahitler vardır. Bu vadide hizmet verenlerin, türlü zorluklara katlananların mükâfatı da Allah katında bâkidir. Bunun azına çoğuna bakılmaz. Hangi cemaatin, hangi grubun ve hangi ekolün ne kadar çok gayret gösterdiği de tartışmalı bir konu olmamıştır ve olmaz da. Zira mükâfat Allah katındadır. Hatta ilim dünyasında, insaniyet âleminde hiçbir grup ve cemaat ile bağ kurmadan da bu eserlerden istifade edenlerin, aydınlananların haddi hesabı yoktur. Bu hakikatlerin, artık himmet ve himayeye yahut devlet korumasına ihtiyaçları olmadığı gibi, herkes onlara muhtaçtır. Ve arayanlar, o hakikatleri kolaylıkla buluyorlar. İşte nur ve iman düşmanlarını asıl korkutan da bu oluyor.
Engel olma çabalarını ve planlı hücumlarını o nispette arttırıyorlar. İnadına kulaklarını tıkayanlar, inadına yalan ve düzmece kurgularla dil uzatanlar, inadına manevî gözlerini kapayarak maddî gözlerini Nur’un manevî ve cemaatî güç ve sermayesine (hatta bandrol planıyla maddî hasılatına da) dikenler, vesaire...
İşte böylesi hücum ve planlara karşı göğüs germek de, başlı başına mühim bir vazifedir ki, Yeni Asya bu hususta çok bedel ödemiştir ve ödemeye devam ediyor. Bu uğurda bedel ödemek de şereftir.
Yeni Asya; Bediüzzaman’ın “maddî ve manevî füyuzat hislerinden feragat” mesleğini, Risale-i Nur’u dünyevî ve uhrevî hiçbir menfaate ve dünya siyasetlerine âlet etmeme ciddiyet ve gayretini, o hayattaymış gibi, onun adına gösterme azmini sürdürüyor ve sürdürecektir.
Ne zamana kadar?
Cevabı çok açık. Bediüzzaman, ömrünün son dakikasına kadar sürdürmüştü. Yeni Asya da dünya döndükçe ve ömrü boyunca sürdürecektir!..