"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir babanın çocuğunu motive etme yolu

Misbah ERATİLLA
30 Mart 2017, Perşembe
Köyümüzdeki ilkokuldan bu yıl mezun oldum. Ortaokula gitmek istiyordum.

Ancak ilçemizdeki ortaokulda birçok ders boş geçtiğinden, uzak da olsa babam beni Ankara’daki bir ortaokula göndermek istiyordu. Benimle beraber aynı köyden üç öğrencinin daha Keçiören’deki bir ortaokula kaydı yapıldı. Okula yakın bir ev kiraladık. İhtiyacımız olan bakliyat, ekmek, yoğurt gibi bütün temel gıda maddeleri köyden geliyordu. Ankara’ya yolu düşen köylülerimiz eli boş gelmiyorlardı. Hatta kavurma, sucuk ve köy yumurtası bile getirenler vardı. Hepimize güzel takım elbiseler, kışa dayanıklı ayakkabılar alındı. Ankara’daki ilk haftalar çevremizi tanımakla geçti.

Dersler hemen başladı. Doğrusu ilk ay derslerin ağırlığı gözümü korkuttu. Köyde aldığım eğitim burası için yetersiz kalmıştı. Her gün anlamadığım dersleri dinlemek için sınıfa el freni çekilen bir kamyonu iteklermiş gibi sınıfa giriyordum. Teneffüs zilinin çalmasını dört gözle bekliyordum. Gün geçtikçe dersler anlaşılmaz bir hal aldı. Aynı evde kaldığım arkadaşlara derslerden ne anladıklarını sorduğumda durumlarının benimkinden pek de farklı olmadığını gördüm. Her şeye rağmen derslerime çalışıyordum; ama derslerden anladığım koskoca bir “HİÇ”ti. Ailemiz her hafta köyden gelen köylülerle bize çuvallarla yiyecek gönderiyordu. Gönderilen her erzak çuvalı üzerime düşen bir kaya gibi canımı incitiyordu. Başarısızlığımın sancısı, beni hiçbir şeyden tat alamaz hale getirmişti. Ders çalışmak istiyorduk; ama anlayamadığımız için geceleri hiçbir şey yapmadan boş boş oturuyorduk. Uzun kış geceleri de geçmek bilmiyordu.

Bir akşam kapımız çalındı. Gelen, sınıf arkadaşım Selim’di. İçeri geçti, bir süre konuştuk ve bize geceleri ne yaptığımızı sordu. Oturup sohbet ettiğimizi söylediğimde bize acır gibi gülümsedi ve: “Hayat böyle geçmez arkadaşlar.” dedi. “Biraz dışarı çıkın, nefes alın, gezin tozun.” diye ekledikten sonra ayağa kalktı: “Hadi! Bu gece bendensiniz. Sizi seveceğiniz bir yere götüreceğim.” dedi. Biz de üzerimize ceketlerimizi alıp ayakkabımızı bile aceleden yolda giyerek peşine düştük. Yaklaşık iki yüz metre yürüdük. İçeride çoğunlukla gençlerin bulunduğu bir oyun salonuna geldik. Duvar kenarında bulunan boş bir masaya geçtik. Selim, garsonu bir el hareketiyle çağırdı. Garson hızlı adımlarla yanımıza gelip: “Hoş geldiniz gençler!” dedi. Biz de bir ağızdan: “Hoş bulduk!” dedik. Selim, garsona: “Taşları getir.” dedi. Okey taşları geldi. Hepimiz bu oyunu biliyorduk. Dört arkadaş oyunu kurduk. Oyun gece yarısına kadar sürdü. Rahatlamıştım. Artık dersleri, ailemin hakkımızda ne düşüneceğini kafaya takmıyordum. Bir anda kafam boşalmıştı sanki. O gece yorgundum. Hemen uyudum. Uyandığımda okul vakti çoktan geçmişti. Okula geç gitmelerim, o günden sonra devam etti. Birinci yarıyılın sonuna kadar kahve ortamımız ve oyunlarımız aralıksız sürdü. Artık her gece oyun salonuna gidip arkadaşların deyimiyle vakit öldürüyorduk.

İlk yarıyılın karnesini aldık, derslerimin çoğu birdi. Karnem kırıklar tablosuydu resmen. Yalnız beden eğitimi ve iş eğitimi derslerim dörttü. Karnemi yırttım, kâğıtları yerlere fırlattım. Arkadaşlarla köyümüze döndüğümüzde ailelerimize okulun karnelerimizi posta yoluyla göndereceğini söyledik. Onlar da bize inanmadılarsa da inanmış gibi göründüler.

Tatil göz açıp kapatıncaya kadar bitti. İkinci dönem oyun ve eğlence devam etti. Yılsonunda müdür yardımcısı karnelerimizi dağıtırken ismimi okuyunca elimi karneme uzattım; fakat büyük bir el karneyi benden önce kaptı. Bu el kime ait diye baktığımda karşımda babamı gördüm. Babam karnemi inceledikten sonra bir alev çukuru gibi yanıp yanıp sönen gözlerini bana çevirdi ve: “Köye gidiyoruz!” dedi. Eşyalarımı toparladım ve köyün yolunu tuttuk. Akşam saatlerinde köye vardık. Babam, anneme: “Bu çocuk artık okula gitmeyecek. Bundan sonra köydeki bütün işlerimizi o yapacak.” dedi. Annem, babamın bu konuşmasından romatizma ağrısı başlayan birinin yağmur yağacağını sezmesi gibi benim hakkımda kötü bir şeylerin olacağını sezmişti.

Sabah güneş doğmadan babam beni uyandırdı ve: “Kalk, tarlaya gideceksin!” dedi. Yataktan kalktım, etrafıma baktım, her taraf kapkaranlıktı. Babama: “Ne oluyor?” der gibi baktım. “Sallanma! Kalk, iş seni bekliyor!” dedi. Kalktım, annem hüzünlü bakışlarla bizi seyrediyordu. Annem: “Kahvaltı yapsın çocuk.” dediğinde babam merhametten eser bulunmayan bir ses tonuyla: “Tarlaya bir şeyler götürsün, orada yesin!” dedi. Traktörle 20 dakikalık bir yoldan sonra tarlaya vardık. İş malzemelerinin bulunduğu yerde durduk. Babam bana: “Tarlanın su arklarını temizleyeceksin, öğle yemeğini getirecekler. Akşam seni almaya amcan gelecek.” dediğinde gün etrafı yeni yeni ağartmaya başlamıştı. O gün kızgın güneşin altında öğleye kadar çalıştım. Öğle yemeğim geldi, aylardır bu kadar iştahla yemek yediğimi hatırlamıyordum. Hava kararmaya başlayana kadar çalıştım; fakat kimse beni almaya gelmedi. Hava karardığında toprak yolun sonunda bir karaltı göründü. Traktörle gelen amcamdı. Aceleyle traktöre bindim, hiç konuşmadan eve gittik. Babamla annem evin bahçe kapısında beni bekliyorlardı. Derken babam: “Yemeğini ye! Biraz sonra kerpiç harcını yoğurup yeni ev için kerpiç yapacağız.” dedi. Yemekten sonra amcam ve babamla gece on bire kadar kerpiç harcı yoğurup kerpiç döktük.

Her sabah erkenden uyanıp tarlaya gidiyor, akşam yemeğinden sonra da gece yarılarına kadar yeni evin inşaatında çalışmaya devam ediyordum. Bu azap okulların açılacağı güne dek sürdü. Yüzüm güneşten yanmış, ellerim ve parmaklarımda derin yarıklar oluşmuştu. Beş dakikalık uykuya bile hasret kalmıştım. Arkadaşlarımla oyun oynamayı, sohbet etmeyi öylesine özlemişim ki anlatamam.

Köyün çocukları okul hazırlıklarını yapıp şehre okumaya gideceklerdi. İş bittikten sonra gece yarısı annemi mutfağa çağırdım ve ona: “Anne, okula gitmek istiyorum.” dedim. Annemin gözyaşları yanaklarından süzüldü. Elimi, yanaklarından süzülmekte olan gözyaşlarını silmek için uzatırken: “Ne olur anne, babama söyle! Okumak istiyorum.” dedim. Annem bana sarılarak alnımı, yanaklarımı öptü: “Tamam!” dedi. Babamın dinlendiği yan odaya gitti. Bir müddet sonra babamın bağırma sesleri gelmeye başladı: “Onun okul hayatı bitti! Bu çocuk adam olmaz! Köyde kalacak!” dedi. Annemin ısrarı sabah namazı vaktine kadar sürdü. Herkes bu tartışmadan yorgun düşmüştü; ancak ufukta bir umut ışığı görünmüyordu ne yazık ki.

Aradan üç gün geçti. Tarladaki işlere ve yeni yapılmakta olan evin inşaatına yardım etmeye devam ettim. Babamın ağzını bıçak açmıyor, annemse benimle göz göze gelmekten kaçınıyordu.

Bir sabah uyandığımda babamın başucumda üzerime yığılacak bir dağ heybetiyle durduğunu gördüm. Beni işe göndermek için uyandıracağını düşünürken: “Sana son bir fırsat. Seni okula göndereceğim; fakat bir tek zayıf not dahi getirirsen seni bir dakika o okulda tutmam!” dedi. Sonra: “Hazırlan, Ankara’ya gidiyoruz.” diye ekledi. Bu güne kadar yaşadığım bütün güzellikler toplansa ve tartılsa şu anki sevincim daha ağır basacaktı.  

O günden sonra okul hayatım boyunca notlarım 80’in altına düşmedi. Babam, karnemi alıp eve her gelişimde bıyık altından manalı gülüşüyle elde ettiği haklı zaferi kutlardı.

Okunma Sayısı: 2905
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Emin

    30.3.2017 09:10:13

    Harika eline sağlık

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı