"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Telefon

Misbah ERATİLLA
17 Mart 2019, Pazar 00:47
İşsizlik dört aydır kızgın demirden bir kelepçe gibi boğazımı sıkıyordu.

Kapı kapı dolaşarak dipsiz kuyuya düşmüş gibi iş aradım. Kara bulutlar daha çocukluğumun ilk günlerinden başımın üzerinde gezinmeye başlamıştı. Hayatımın ilk kasırgasını beş yaşında babam öldüğünde yaşamıştım. Babasız geçen her gün hayatın dağlar kadar ağır yükü altında ezildim. Okuldaki günlerim ise beşinci sınıfı bitirene kadar sürdü ve hemen kısa yoldan bir ekmek fırınında işçi olarak işe başladım. Askere gitmeden birkaç ay önce usta oldum. Askerden döndükten birkaç ay sonra bir fırında usta olarak çalışırken fırın sahibiyle bozuşunca işten ayrıldım ve dört aydır iş bulamıyordum.

Anneme işsiz olduğumu üzülmesin diye söylememiştim. Her sabah işe gider gibi evden çıktım. Kahve köşelerinde oturarak ve sokakları turlayarak akşam işten dönmüş gibi eve geldim. Bir fırının ustaya ihtiyacı olduğunu duydum. Sabah erkenden bu fırına gittim. Fırın sahibiyle görüştüm; fakat ağır şartları yüzünden işi kabul etmedim. Yine boynu bükük her zaman takıldığım kahveye gittim. İşsizlik, içtiğim çayın tadını dahi acılaştırmıştı. Çay bardağından daha bir yudum almışken birden telefonum çalındı. Arayan numara bende kayıtlı değildi. Biraz bekledikten sonra telefonu açtım. Alo dediğimde karşıdaki: “Suat sen misin?” dedi. Ben de bir boşluktaymışım gibi: “Evet benim” dedim. “Ben komşunuz Hasan Amcan. Evlâdım hanım sizin eve gitmişti anneni evin içinde baygın yerde yatıyor bulunca beni aradı. Ben de telefonunu komşulardan aldım. Evlâdım çabuk gel anneni hastaneye yetiştirelim” dedi. Bir anda yüreğim kucağıma düşmüş gibi heyecan içinde koşarak eve geldiğimde komşu kadınlar evin içine doluşmuştu. Annemin neyi var dediğimde kadınlardan biri: “Gözlerini açamıyor evlâdım” dedi. Hasan Amca: “Biz ambulansı aradık geliyor” dedi.

Birkaç dakika geçmişti ki, ambulans o iç parçalayıcı siren sesiyle evin önünde durdu. Annemi sedye ile ambulansa taşıyarak devlet hastanesine getirdik. Görevliler annemi seri bir şekilde sedye ile acil servise taşıdılar. Annemin acil serviste uzun süren muayene ve tahlilleri ardından üst kattaki iki yataklı bir odaya yatışını yaptılar. Koluna serum takıldı. Kısa bir süre sonra annemin odasına üzerindeki önlükten doktor olduğu anlaşılan kırk beş yaşlarında biri ve gerisinde dört genç doktor geldi. Annemin yatağının yanındaki açık çekmecedeki film ve raporların olduğu dosyayı açarak tek tek baktılar. Bir süre aralarında tartıştılar. Kırk beş yaşlardaki doktor reçeteye bir şeyler yazarak bana uzattı. Doktor, “Bu ilâçlar hastanemizde yok, kendi imkânlarınızla almanız gerekir, yarın öğleden sonraya kadar ilâçları getir ki, hemen tedaviye başlayalım.” diyerek odadan ayrıldı.

Gece saat dokuz olmuştu, serum annemin kolunda yavaş yavaş akıyordu. Reçetede yazılı ilâçları nöbetçi eczaneden almaya gittiğimde pahalı oldukları için alamadım. Anneme parasız olduğumu sezdirmeden ilâçları bir an önce almalıydım. Eczaneden kanım çekilmiş gibi çıkarak hastaneye gittim ve annemin yatağının başucundaki sandalyeye oturdum. İlâç parasını nasıl bulmalıyım diye ateşten bir sacın üzerinde oturmuş gibi düşünmeye başladım. Kimden borç para isteyeyim diye yüzlerce arkadaşım gözümün önünden geçti ve sırayla onları eleye eleye en sonunda yakın dost ve arkadaşım Zübeyir’den borç para istemeye karar verdim. Telefonu elime alarak ismini buldum. Ateş parmaklarımı yakacakmış gibi tuşların üstünde beklettim. Bir ses bana “Ya arkadaşın para yok derse” diye içime bir avuç kor ateş düşürdü. Beni çaresizlik girdabından annemin inleme sesi uyandırdı. Başka bir ses bana: “Başka çaren yok kim ne derse desin senin paraya ihtiyacın var!” dedi. Telefonun tuşlarına basarak Zübeyir’i aradım. İki çevir sesinden sonra Zübeyir: “Alo!” dedi. “Zübeyir” dedim, ağzımda kızgın demir leblebiler varmış gibi kelimeleri geveleyerek: “Annem hastanede yatıyor, durumu da ağır. Yarın en geç saat ikiye kadar ilâç almam için bana para lâzım” dedim. Zübeyir ise: “Tamam yarın sana parayı getiririm” diyerek telefonu kapattı. O gece annemin başındaki sandalyede sabaha kadar uyuyamadan bekledim. Sabaha kadar kendimi parasızlığın verdiği ümitsizlik ile kendimi hayatın çöplüğüne atılmış gibi hissettim.

Koskoca bir fırın ustası olarak anneme ilâç alacak kadar parayı bulamamam beni kahrediyordu. Beceriksiz biriyim diye kendi kendime kızıyordum. Bütün birikimlerimi işsiz kaldığım günlerde tüketmiştim. Sabah olmuştu arkadaşım Zübeyir’den gelecek parayı beklemeye başladım. Elimdeki reçeteyi bir beceriksizlik belgesi gibi tutarak hastane koridorunda geziniyordum. Nihayet saat iki oldu, ama ne gelen vardı ne de giden. Parasızlık, yüreğime her geçen dakika için bir kürek kor ateş atıyordu. Nerede kaldı bu Zübeyir diye kendi kendime söylenmeye başladım. Zübeyir’in telefon numarasını aradım. O da ne. Telefonu kapalıydı. Bir daha, bir daha aradım, telefonu kapalıydı. Bir an alevlerin bütün bedenimi sardığını hissettim. Sinirlerim ayağa kalktı, çaresizlik boy attı, kimsesizlik beni bir girdap gibi içine çekti. Vefa, arkadaşlık ve dostluk kavramları alevler içinde yandı. Reçete bir cenaze gibi masanın üstünde sahipsiz olarak bana bakıyordu. Doktorun annemin tedavisini başlatmak için verdiği saat gelmişti. Annem ise her şeyden habersiz bana bakıyordu. O an içime öyle ağrılar girdi ki ben annemden daha hasta durumdaydım. Her şeyim elimden kayarak gidiyordu. Gelecekle ilgili bütün hayallerim saman alevi gibi uçup gidiyordu. Koridordan bir deli gibi hastanenin merdivenlerinden koşarak indim ve Zübeyir’in evine gittim. Kapıyı annesi açtı. Annesine Zübeyir’i sorduğumda evden çıkalı hayli zaman olduğunu söyledi. Böylece son umudumu da yitirmiştim. İdam sehpasına giden bir mahkûm gibi hastanenin yolunu tuttum. 

Umutsuz ve suçlu bir evlât olarak annemin odasına girdiğimde Zübeyir ayakta doktorlar ise ilâçlı tedaviye başlamışlardı. Korkunç bir rüyadan uyanmış gibi etrafa anlamsız anlamsız bakındım. Önce Zübeyir’e sonra doktorlara baktım.

Yüreğimin derinliklerinde biraz önce kaybolan vefa, dostluk, insanlık, arkadaşlık karşıma çıkmış bana hoş geldin diyordu. Zübeyir’e bütün maddî ve manevî varlığını kaybetmiş ve sonra bulmuş biri gibi yanaşarak seslendim: “Zübeyir, neredeydin? Telefonunu niye kapadın?” dedim. Zübeyir bana: “Dün gece beni aradığında param yoktu. Borç olarak para aradım bulamayınca telefonumu satmaya gittim. Beni aradığında telefonumu satmıştım. Telefon alıcısını bulmak biraz zamanımı aldı. Koşarak annemin odasına geldiğimde seni bulamadım. Masadaki reçete bekliyordu. Reçeteyi aldım koşarak ilâçları aldım. Odaya geldiğimde doktorlar ilâçları bekliyordu. Doktorlar hemen tedaviye başladılar.” dedi. 

Öylece durup Zübeyir’e baktıkça ne kadar küçüldüğümü, Zübeyir’in ise ne kadar büyüdüğünü gördüm. Odanın penceresinden dışarı bakarak derin bir nefes aldım. İçime bahar gelmişti. Kendi kendime hayatın hiç de öyle kötü olmadığını söylüyordum. Annemin ilâçlarla tedavisi sonuç verdi. Annem birkaç gün içinde yavaş yavaş iyileştiğinde eve göndük. Hayat bana kucağını açmış iyiliğin her zaman olmasa da sonunda kazanacağını göstermişti.

Okunma Sayısı: 1989
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Nursev

    17.3.2019 12:49:57

    Inanilmazzzz guzel yuregine saglik babacim

  • ihsan pilatin

    17.3.2019 11:33:58

    Allah razı olsun. Yine bize bir sadakat dersi verdiniz.

  • Kasım SEÇKİN

    17.3.2019 10:23:02

    Misbah hocam kalemine yüreğine sağlık yazı çok akıcı çok duyguluydu Demek insanlık hala yaşıyor Zebeyr misali.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı