"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Uyumayan şehirler: Medine

Misbah ERATİLLA
11 Eylül 2016, Pazar
Havalimanına yeni varmıştık. İlk defa gördüğüm insanları seyre dalmıştım. Burada herkes bir yerlere doğru hızlı adımlarla yürüyordu.

Değişik renkteki insanları gördüğümde özellikle de uzun boylu zenciler dikkatimi çekmişti. Bir müddet de gözleri çekik saçları dik, ufak tefek boylu insanları da seyrettim. Daha önce hayalimde bile canlandıramadığım çeşit çeşit insanları bir arada görüyordum. Zamanım olsaydı oturup günlerce farklı insanları izlemek isterdim. 

Kılık kıyafetleri, başlarındaki örtüleri, boyunlarındaki kolyeleri, kollarında ve Vücutlarındaki dövmeleri bir arada görmek insana farklı bir tad veriyordu... Herkes birbirini çok rahat anlıyor gibi hareket ediyordu. Bu duygu yoğunluğu içinde etrafıma bakınarak pasaport ve kimliklerimizi uçuş kapısındaki görevlilere verdik ve ardından bir tünelden geçtik. Uçağın giriş kapısında “hoş geldiniz” diyen iki görevliyle selâmlaştıktan sonra orta sıralardaki yerimize geçtik. Uçağımız saat 16.40’da İstanbul’dan Medine’ye havalanacaktı. Uçak önce gürültülü bir sesle çalıştı sonra tekerlekleri yerde hızlandı. Biri beni yukarıya çekiyormuş gibi içimde bir boşluk hissettim. Uçak gökyüzüne doğru havalanırken ben de havalanıyor gibiydim. Bir müddet sonra uçak bulutların üstüne çıkmıştı. Gökyüzünde bulutlar etrafa dağılan pamuk yığınlarını andırıyordu. Uçağımız akşam saat 08.00’da Medine Havaalanı’na inmişti. 

Medine’ye vardığımda duyduklarıma ve hayallerime giydirdiğim elbiseyle etrafıma bakındım. Gözlerim, aklım ve kalbimden gelecek sürpriz ve şokları, ışık ve ateş olarak damarlarımdan kanıma karışacak anı bekliyordum. Otele vardıktan yarım saat sonra yani gece saat 12.00’da Hatay İskenderunlu Ali Hoca rehberliğinde grup olarak Peygamberimizin (asm) Türbesi’ni Ravza-i Mutahhara’yı (Cennet bahçesi) ziyarete gideceğimiz söylendi. Herkes saatinde toplandı. Cami avlusuna adımımızı attığımızda bizi içine çeken ve kollarını açmış bize “gel” diyen Hz. Peygamberin (asm) manevî havası elektrik çarpmış gibi bedenimde hissettim. Etrafımıza bakınıyorduk. Yerler göze hoş görünen mermerlerle kaplı ve çevre tertemizdi. Etraf zeminle uyumlu bir kompozisyon sunuyordu.

Mekke ve Medine için ziyarete gelen insanlar güzel bir isim bulmuşlar. “Uyumayan Şehirler” diye isim takmışlar. Bu mübarek mekânlarda kimse uyumuyor. Herkes ayakta ve ibadet halindeydi. Birinci kapıdan Mescid-i Nebevi’ye girdiğimizde Hz. Peygamberin (asm), hemen yanında Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer’in (ra) türbelerini ziyaret etmek için kalabalığın hafiflemesini bekledik. 

Sabah namazından sonra otelimizde birkaç saatlik dinlenmeden sonra kahvaltı için yemeğe indik. Yemekler açık büfe tarzında hazırlanmıştı. Tabağımızı aldık, ağız tadıyla yiyebileceğimiz yemeği bir türlü bulamıyorduk. Kahvaltılık olarak şekerli ve yağlı yemekler çoğunluktaydı.

Gece karanlığında gündüzü aratmayan güçlü ışıklar ve gündüz güneşin çıkmasıyla aynı direklerde yerini devasa şemsiyelere bırakıyordu. Şemsiyelerin açılışı seyre değerdi. Güneşin kavurucu sıcaklığı insanı incittiği anda şemsiyeler efsanevî ve devasa kuşkanatlarını andıran gölgeleriyle serinlik dağıtıyorlardı. 

O sırada aynı tip giysili işçiler hazır kıt’alar halinde namaza hazırlık için çalışıyorlardı. Açılmış şemsiyelerin altına kırmızı renkli iki parmak kalınlığındaki tüylü halılar serdiler. Ezana daha saatler vardı. Caminin içinde ve çevresinde bir anda mıknatısın toplu iğneleri çektiği gibi insanlar cami avlusuna koşup toplanıyorlardı. Namaz vakti yaklaştıkça caminin içi ve çevresi adım atılamaz duruma gelmişti. Bir milyonu aşkın insan koşarak, isteyerek namaza duruyordu. Ezan hâlâ okunmamıştı. Buna rağmen her yer dolmuştu. Özellikle de kadınların namaza yoğun ilgisi vardı. Namaz kılanların yüzde 65’ine yakını kadındı. Ezan okunduğunda hızlandırılmış film gibi insanlar camiye doğru yöneliyorlardı. Oturacak yer bulamayanlar sıcak mermerlerin üstünde namaza duruyorlardı.

Gece saat 02.00 civarında rahat bir ibadet için Mescidi-i Nebevi’ye gittik. Uyumayan şehrin ziyaretçileri de zamanla yaşadıkları şehre benzerlermiş. Misafirler şehirlerine alışarak yoldaşlık etmeye başlamışlar. Caminin üçüncü kapısından içeri girerken terliklerimizi bir poşete koyarak yanımıza almamız gerekiyordu. Acemilikten olsa gerek yanımızda o gece hiç poşet yoktu. Etrafımıza bakındık, ama hiçbir yerde poşet bulamadık. Etrafa göz gezdirmeye devam ettik.

Caminin girişinde, yan tarafta tekerlekli sandalyeye oturmuş yetmiş yaşlarında, engelli yaşlı bir adam poşet dağıtıyordu. Biz üç kişiydik. Sevinçle poşet dağıtan yaşlının yanına gittik.  Gülümseyerek yaşlı adamdan poşet aldık. Yüzünde tebessüm eksik olmayan yaşlı adam isteyerek herkese poşetleri dağıtıyordu. Gecenin ikisinde yaşlı ve engelli yaşlı adamın ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak için yaptığı bu hizmetinden çok etkilendim. Bu kişi yoksul veya ihtiyaç sahibi biri olmalıydı diye düşündüm. 

Engelli ve yaşlı adamın yanından ayrılamadım biraz bekledim. Caminin içlerine doğru girmeden onu seyre daldım. Yaşlı adama yaklaşmadan öyle bekledim. Vicdanımı rahatlatmak için cebimden 5 Riyal çıkararak kimseye göstermeden ona uzattım. O güler yüzlü sevecen ihtiyarın yüzü tanınmaz korkunç bir hale dönüştü. Ona büyük bir kötülük yapmışım gibi bana ters ters baktığında suratı kararmıştı. İhtiyar dam, olduğum tarafa bir daha dönüp bakmadı. Sevap niyetiyle gecenin bu saatinde buralarda hizmet eden yaşlı adamın hayrına engel olduğumu anlamıştım. Pişmiş aşa su katmıştım. O gece çok utanmış ve üzülmüştüm. Bu mübarek yaşlıyı, yaptığı iyiliğin karşılığını dünyada arayanlardan biri sanmıştım.  Yaşlı adamın yüz ifadesini düşündükçe içine düştüğüm mahcubiyeti unutamıyorum.

Medine’deki üçüncü günümde manevî yoğunluk bedenimi ve ruhumu yormuştu. Kendimle konuşmak istiyordum. Kimsenin olmadığı sakin bir yer bulmalıydım. Yanan elin acısını hissetmek gibi kendimle yalnız kalmak yaralarımla yüzleşmek istiyordum. İçimdeki “ben”lerle bir konuda anlaşmak istiyordum. Mescid-i Nebevi’nin 3 nolu kapısından içeri girdim. Klimanın olmadığı bir yer aradım.  Sıcaktan soğuktan etkilenen hassas bir yapım vardı. Mescidin içi ise çok serindi. Dışarda dev kuşlar gibi kanatlarını açan şemsiyelerin altında kendime uygun bir yer aramaya başladım.

Oturacak yer ararken karşımda bir adam sırtını şemsiye kolonuna dayamış, elinde yeşil kaplı orta boy bir Kur’ân okuyordu. Yüksek bir sesi, farklı bir Kur’ân okuyuşu vardı. Bu ses mıknatıs gibi beni yanına doğru çekti. Kur’ân okuyan adamla aramızda yaklaşık üç metre kadar mesafe vardı. Adamın başında daha önce hiç görmediğim renkli bir sarık vardı. Üstünde koyu renkli bir hırka, altında uzun beyaz bir entari giymişti. Gür olmayan düzensiz ve bakımsız  sakalı uzamıştı. 25-30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bu kişi, yıpranmış hali ile 35-40 yaşlarında gösteriyordu. Hiç kimseye bakmadan kendinden geçercesine sesli, içten, hüzünlü Kur’ân okuyan bir derviş görüntüsü sergiliyordu. Dikkatini dağıtmak istemediğimden yanına fazla sokulmadan sesini duyabileceğim bir yere geçerek onu dinlemeye başladım.

Onu dinlemeye başladığımda saat 10.20 civarıydı. Öğle ezanına hayli bir zaman vardı. Bu kişi okuma iştahından hiçbir şey kaybetmeden Kur’ân’ı yüksek sesle okumaya devam ediyordu. Bazen de Kur’ân’ı yüzü üstüne örtüp öylece ağlıyordu. Hatırladığım kadarıyla Kur’ân okurken yaklaşık 6 defa ağlamıştı. Sanki dağ başında tek başına Kur’ân okuyordu. Böyle istekli, iştahlı Kur’ân okuyan birini ilk defa görüyordum. İki saate yakın kesintisiz yüksek sesle ve sanki o âyetleri yaşıyormuş gibi bir yüz ifadesi vardı. 

Kur’ân okuyan adam ter içinde kalmıştı, susuzluktan dudakları kurumuştu. Ezan okunduğunda elindeki Kur’ân’ı dev şemsiye kolonun altındaki Kur’ân dolu raflara, gözyaşlarıyla ıslanmış dudaklarıyla öpüp bıraktı. Gözlerim, rengârenk sarıklı kişiyi iki saat boyunca bıkmadan usanmadan isteyerek izlemişti. İsteyerek, tat alarak, iştahla Allah rızası için, çıkarsız bir şekilde dinini yaşamak isteyen birini görmek kalbimi canlandırmıştı. Adeta kararıp paslanmış, bulanık su ile kirlenmiş kalbimdeki inanç havuzu durulanıp temizlenmişti.

İkindi namazı sonrası tur rehberimiz Ali Hoca’yla Cennet-ül Baki Kabristanı’nı ziyarete gittik. Buraya vardığımızda izdiham vardı. Kalabalık arasında yol bularak kabristanın içine doğru ilerledik. Girişte sac  levhalara İngilizce ve Arapça sahabe isimleri yazılıydı. Mezarlık, geniş bir alana kurulmuş, etrafı duvarlarla örülmüştü. Buraya mezarlık demeye bin şahit lâzımdı. Kupkuru bir alan… İsimsiz mezarlar… Sadece her mezarın başına dikilen 20 cm’lik kara bir taş… Hangi mezarın kime ait olduğu bilinmeyen, üstü sanki kara bir örtü ile örtülmüş gibi bir manzara ile karşılaştık. 

Koskoca mezarlıkta, ne bir ağaç, ne bir yeşillik, ne de bir damla su vardı. Güneş sıcaklığı bu alanda kendini daha çok hissettiriyordu. Bu alana kadınların girmesi yasaktı. 

Allah’tan tur rehberimiz bu mezarların kime ait olduğunu kaynaklara bakarak öğrenmişti. Ve tek tek anlatmaya başladı. Kimler yoktu ki? Hz. Fatıma (ra), Hz. Zeynel Abidin (ra), Hz. Cafer-i Sadık (ra), Peygamberimizin (asm) kızları Rukiye (ra), Ümmü Gülsüm (ra), Zeynep (ra), Peygamber Efendimizin (asm) hanımları Hz. Aişe (ra), Hz. Zeynep (ra), Hz. Sevde (ra), Hz. Peygamberin (asm) oğlu İbrahim ve daha niceleri… Daha kimler yoktu ki? Meselâ Peygamberimizin (asm) övgüsüne mazhar olmuş hayâ timsali Hz. Osman (ra), Hz. Mus’ab bin Umeyr (ra), Hz. Hasan (ra) ve daha binlercesi… 

Ali Hoca, bu günkü ziyaretimizin sona erdiğini söyledi. Öğle namazını Nebevî Camii’nde kılmak için otele doğru yol aldık. Aklımızı ve kalbimizi kulaktan dolma eski bilgilerden ayıklayarak öğle namazı için mescidin yolunu tuttuk. Bu gece son gecemizdi. Yarın sabah hazırlıklar bitecek; saat en geç 12.00’da yola çıkacaktık. Mekke bizi bekliyordu. Yatsı namazından sonra, Peygamber Efendimizin (asm) Türbesi’ne gidip saygı içinde hüzün dolu kalple vedalaştım. Bir daha görüşmek üzere Fatiha okuyup bütün duygularımla selâmladım ve kalbimi bırakıp oradan ayrıldım.

Okunma Sayısı: 2916
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Hakkın Hatırı Âlidir....

    11.9.2016 09:04:35

    Haccınız Mebrûr Ziyaretiniz Mâkbûl Olsun.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı