"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tuz biber, bal şeker

Muallim Ayhan BİNGÖL
14 Şubat 2016, Pazar
Adam yola koyuldu, adım attıkça hanımının söylediği sözler ”Ah be herif! Evde hiçbir şey kalmadı, git şu sattığın hayvanların parasını alma günü gelmedi mi? Git alda eksiklerimizi tedarik edelim, söylenmeleri” boran fırtınası gibi kafasının içinde esti, dolandı:

- Eh aç değiliz ya! Şükür deyip şöyle bir göğsünü kabartı, alacağımız var kuldan, bir can borcumuz var Allah’a dedi, kendi kendine. Akşama köye geri dönerim, diye düşünmeye başladı.

Vardığı köyden alacağını aldı. İkindi namazı çıkışı yola çıkmaya karar verdi. Kar, fırtına, boran başlamıştı. İkindi namazı cami çıkışında ”sakın yola çıkma” diye herkes öğüt şeklinde konuşuyordu. Beyin konağında akşamlarsın dedi, herkes ona.

O gece köyün en zengininin evinde güzel bir ziyafet ile sıcak bir odada birkaç kişi ile sohbet etmeye başladılar. Yemek sofraya gelince bey; ”utanma, çekinme doyunca yemeğini ye ben misafirimi arkamdan konuşturmam. Benim bir ünüm şanım var. Adamın konuşmaları öyleydi ki neredeyse, ‘ben olmazsam güneş doğmaz, yağmur yağmaz’” diyecek kadar kibirli bir adamdı. Kibirli bakışları karşısında övünmesi karşısında adamın her yediği lokma boğazına diziliyordu. Önündeki bal zehir, et yemeği ise zehirli ot oluyordu, lâkin yapacak bir şey yoktu, kar fırtına yolunu kesmişti.

-Hele bir sabah olsun hele bir sabah olsun, yola düşeriz dedi kendi kendine kar durmuş gibi hava bulanıktı, gitme bir akşam daha kal” dediler, ama adamın hiç durmaya niyeti yoktu.

Yola düştü biraz köyden uzaklaştı kış kışlığını yaptı. Kar boran yine başladı. Donacağım donacağım diye diye geriye döndü. Metruk bir evin kapısını çaldı. Kapıdan çıkan adam, ”buyur buyur diye seslendi“ misafirin eli ayağı buz kesmişti. Ev sahibi dışarıdan bir leğen kar aldı, ellerini ayaklarını ovaladı donma tehlikesinden adamı kurtarmıştı. Biraz sonra ocağın yanına adamı çağırdı. Adam ocağın yanına çöktü akşam oldu ateşe odun attıkça attı ev sahibi, misafirinin önüne koyacak bir şey yoktu. Yoksul bir adamdı. Ocağın üzerinde kaynayan dağ çayından bir bardak sıcak çay verdi.

Misafirine baktı. Sofrayı kurdu. Biraz tuz biber karışımı, bir somun ekmek ve bir baş soğan, bir bardak su koydu. Misafir şaşırdı kaldı. Misafir, kendi kendine “misafire bunu koyduğuna göre çok fakir biri, diye düşündü. Lâkin yemeye başladılar, güzelce ikisi de tuz, biber, kuru soğanla karınlarını doyurdular.

Misafir:

-Mirim seni garip gördüm, yoksul gördüm, dedi.

Ev sahibi:

-Üstadım uzun bir öykü ben Leyla’ya müptelâ oldum. Mevlâ’yı buldum. Dünya ile arama mesafe koydum. Böyle yaşayıp giderim. Çalışırım, kazanırım pek kazancımı eşikten içeri sokmam. Sohbet gittikçe uzadı.

Misafir: Bu adam nasıl adam? Dünyalık bir kelâm etmedi, bir kelime benlik kokmuyor. ”Ey ruhum sende gıdanı al bu akşam alabileceğin kadar“ dedi, kendi kendine.

Mirim nefret ettiğin var mı? -Üstadım, ben nefret etmem, nefret etsem sürekli zihnimde tutacağım, sevmediğim nefret ettiğimi gözümde canlandırıp aklımda tutup kendi rahatımı zihin huzurumu mu kaçırayım. -Peki, mirim kıskandığın şey var mı? -Bak o dediğin kıskançlık var bende güneşi kıskanırım bende onun gibi olmak isterim her canlıyı olduğu gibi kabullenip kucaklamak. Toprağı kıskanırım yüzünü tırmalar durursun sana bin bir çiçeği meyveyi sunar. İşte kötüye de iyiye de aynı şekilde söz ve davranışta bulunma.

Misafir sabah olduğunda kalkıp etrafa bakındı evde kimseyi göremedi. Sofranın üstünde bir sıcak çorba, bir kaşık, biraz ekmeği buldu. Çorbayı içti. Bekledi… Bekledi, ”yolcu yolunda gerek, Allah razı olsun” diye bir yazı yazdı, bıraktı. Hava açmıştı. Yola düştü. Köye vardı. Lâkin rüyadan uyanmış, gibiydi. Aklı, son misafir kaldığı evde kalmıştı. Kimdi o adam. Bahar gelsin, gidecekti, soracaktı. Nihayet gitti ve sordu. “Bu evde kim oturur” diye. Köylüler o evde garip biri oturur. Ara sıra uğrar bu eve, o, gurbet adamıdır, dediler.

Onun derdi gariple, tuz, ekmek yemekti, sohbetinden faydalanmaktı. O yemeğin, içtiği çorbanın tadını bir yerde bulamamıştı. Adam ”Allah için söylenen sözde bir başka güzel, verilen ekmeği yiyenin aldığı lezzette bir başka. Kibirlinin benlik dâvâsı içinde olanın verdiği yemek yiyene acı, söylediği söz de acı” dedi.

Okunma Sayısı: 2007
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Yusuf seyda

    14.2.2016 16:47:53

    Ne güzel bir yazı olmus kardesim.. devamını isteriz

  • demokrat

    14.2.2016 12:00:00

    güzel bir öykü.ne güzel bu tür sımsıcak kıssalarla mesajlar vermek.ne güzel bu üslupla güzel kesitler sunmak...ne güzel...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı