"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ömür sermayesi

Mustafa Biter
25 Şubat 2018, Pazar 00:09
Hiç sordun mu saatlere?

Neden hızlı çalışıyor yelkovan? Neden durmuyor akrep? Takip edebildin mi saniyeleri ? Nasıl da akıp gidiyor zaman. Hiç dönüp baktın mı geriye? Acaba, dediğin oldu mu? Utandın mı geçmişinden ? Şunları yaşamasaydım dedin mi? Yoksa gurur mu duydun? Hatırlayabiliyor musun doğduğunu? Ne var hatırladığın? İlk konuşman mı, anne ya da baba deyişini mi, yoksa emeklediğini mi, pati pati yürüdüğünü mü? Bunların hiçbirini hatırlayamazsın, tıpkı doğumun gibi. Hatırlıyorsundur ilkokulu bitirdiğin günü. Nasılda almıştın gururla diplomanı. Çünkü birinciydin okulunda, okuduğun arkadaşlarının arasında vermiştin diplomanı babana, annenin gözlerinde iki damla yaş vardı. Mutluluktan ağlıyordu. Öyle ya. Sen onun ciğerinden bir parçaydın. Sonra sırasıyla ortaokul, lise. Son defa kapısından baktığın üniversiteden almıştın diplomanı. Yanında annen vardı, bir de baban. Kardeşlerin, eşin dostun bekliyordu evde. Askere gittin, iş hayatın başladı. Evlendin, çoluk çocuğun oldu. Önce aklar bıyıklarına mı düştü, yoksa şakaklarına mı? Ne zaman gördün, berberde mi yoksa aynanın karşısında mı? Bilmiyorsun bile. Öyle dalmışsın dünyaya. 

Saçlarına aklar mı düştü? Aradan kaç yıl geçti? Kırk, elli, altmış sene mi? Arkadaşların neredeler? Kimi öldü, kimi kim bilir neredeler? Annen, baban… Onlar şimdi senden bir duâ, bir Fatiha bekliyorlar, değil mi? Ya çocukların? Büyüdüler, okudular, evlendiler, çocukları var şimdi. Tıpkı baban gibi, tıpkı senin gibi. Babanı gördün mü kendinde? Hatırladın mı annenin gözyaşlarını? Ah mı diyorsun, yoksa şükür mü, gözlerinin önünden akıp giden senelere? Hiç yaşanmamış gibi... Mazide kalan geçmişine muhasebe yapsan; acaba kârda mısın, yoksa zararda mı? Buğulanmış gözlerinde rakamlar acaba ne söylüyor sana? Faydası var mı şimdi, o gururla aldığın diplomalarının? Değerlendirebilmiş misin zamanı? Tıpkı diploma notların gibi yüksek mi notların? Gurur duyuyor musun geçmişinle? İşte bu benim diyebiliyor musun? Tıpkı okulda arkadaşlarının arasında parmakla gösterildiğin gibi misin? Ağlıyor musun? Gözyaşların mutluluktan mı, pişmanlıktan mı? Ne mutlu bana mı diyorsun, yoksa eyvah mı? Hesap çok mu kabarık, ödemek zor mu faturayı? Bak saatlere, ister duvardakine, ister masadakine ya da kolundakine... Nasıl da hızlı çalışıyor, görüyor musun yelkovanı, akrebi; hızla dönen saniyeleri? Ama takip edemiyorsun, gün doğarken açtın gözlerini. Baktın henüz saat yedi, şimdi yumacaksın ki. Aradan ne kadar geçmiş zaman. Açtığında yine gün doğacak, bir saniye geri getiremezsin. Elinde tutamazsın, toplayamazsın avuçlarında. Bak şu ak saçlı ihtiyara. Beli bükük, elinde bir baston... Dizleri titriyor. Sanki zoraki yürüyor. Yaklaş bak gözlerine! Nasıl parlıyor sor ona, korkma sor mutluluğunun sırrını. O yaşta o gözler nasıl parlıyor? Titrese de dizleri, nasıl duruyor ayakta? Yüzünde parlayan mutluluğun kaynağı ne? Senin gibi belki diplomalı değil, senin kadar okur yazar da değildir. Ama arif birine benziyor. Belki sana birkaç kelâm söyler. Öğrenirsin mutluluğunun sırrını. Kime güveniyor acaba? Büyüttüğü çocuklarına mı, kendinden önce ahirete gidenlere mi? Ana babasına ya da hoca olan dedesine mi, yoksa kendisine mi; günde beş vakit huzuruna vardığı Allah’a mı; yalvaran diline mi, açılan ellerine mi; yoksa inandığı, sevdiği Pergamberine mi (asm), döktüğü gözyaşlarına mı, binlerce defa af dilediğine, dudaklarına mı, diline mi? Sor, korkma kızmaz. Bak yüzüne ne kadar güleç, gözleri nasıl da parlak, umut dolu. O da biliyor dünya kendinden daha kuvvetli. Ama ayakta durabiliyor. Dayansa da gördüğün bastonuna; ama o asıl başka kuvvetlere dayanıyor. İmanı için çalışmış yıllarca. O tutuyor onu ayakta. Ne diploması, ne sertifikası? 

Onlar sadece birer araçtı onun için. Emri olduğu için okumuştu Kur’ân’ı, Allah’ın. Sözlerini dinlediği Peygamber’in (asm). O da, senin gibi yaşadı saatleri, günleri, yılları; hatta senden daha fazla. Saçlarına ak düştüğünde eyvah demedi, ‘zamanım geçiyor’, dedi. İhtar kabul etti bıyıklarını, şakaklarındaki akları. Hep ölümü düşündü, her an hatırladı. Zamanın hesabını nasıl vereceğini hesapladı, faturası kabarık da olsa, kaygısı yok. Çocukları var, torunları da. Onlar da okudular, okuyorlar. Bir defteri var kendinde, hiç kapanmıyor, kaygısı yok ölümden. Biliyor ki bütün sevdikleri orada bekliyor. Anası, babası, hepsinden önemlisi Üstadı, Peygamberi (asm). Onlara kavuşmanın hasreti var yüreğinde. 

İnsanız, aldanırız, yanılırız; ama yok olmayız. Af dileyecek makam var, sığınacak dergâhlar. Yeter ki samimî olalım, yeter ki ihlâslı. Kıymetini bilelim saatlerin, dakikaların, saniyelerin... Kırlaşan bıyıklarımız, aklaşan şakaklarımız kılavuzumuz olsun, yol göstersin bize. Ölüm bizim için var, hesap bizim için var, Cennet de bizim için var, Cehennem de.

İçimizdeki kuşkuyu yenelim, bırakalım acabaları. O kapıdan girmeye bakalım. Sığınalım sığınağın Sahibine. Amanı veren de O, alan da. Hani soruyor ya, “Af dileyen yok mu affedeyim.”. Buyur af dile. Bin geceden hayırlı geceler var. Buyur, değerlendir. Korkma. O kapıda korku yok. Kuşkulanma! O kapıda kuşkuya yer yok. Acabalar hiç geçmesin düşüncelerinden. O kapıda ‘acaba’lara hiç mi hiç yer yok. Yaptığın her şey değerlendirilir. Bire, yirmi yedi veriyor. Hem de günde beş defa. Yap hesabını, hesap uzmanısın. Hesaplayabilir misin, bir kabilenin koyunlarının kıllarını; aklın erer mi bu hesaba. Kaç milyon, yoksa milyar mı, multi katrilyon? Hem de bir yıl değil, kıyamete kadar her yıl. Hesaplayamaz mı diyorsun insanoğlu? O, hesaplıyor, korkma! 

Zor değil, sen zorlaştırmazsan her şey çok kolay. Yeter ki yaşamasını bil, değerlendir zamanı. Gün yirmi dört saat. Senden istenen sadece bir saat. Yemekten usandın mı, ya uyumaktan? İçmekten bıktın mı ya yaşamaktan?

Kim bu kadar cömert ki? Sana bağışlamış hem kâinatı, hem dünyayı, hem cinanı. Kim vermiş sana en şerefli makamı; onca diplomana, sertifikana, kariyerine rağmen? Ama O veriyor, hem torpilsiz, hem aracısız, hem senden istemiyor “hamiline” yazılmış kart. Kimseden tavassut da iştemiyor, tavsiye mektubu da. O sana bakıyor, seni değerlendiriyor. Hem de dört doğru bir yanlışı götürmeden. Şefaatçi kılmış sana Resulullah’ı (asm). Hem Kur’ân’ı, hem okuyanı. Evliyayı, enbiyayı, asfiyayı… Hem Risale-i Nurları, hem de Bediüzzamanı.

Okunma Sayısı: 4786
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • GAZİ

    26.2.2018 15:36:11

    Allah razı olsun çok güzel bir yazı kaleme almışsınız

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı