"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir büyük adama karşı nasıl hür olacağız?

Mustafa Eren BOZOKLU
06 Haziran 2018, Çarşamba
“Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız?” -Münâzarât-

Bediüzzaman’ın Münâzarât’ında geçen bir Arapça ibarenin tercümesini başta yazmak isterim: “Eski âlimler ve şairler saadet onları aydınlattıkça kendilerini yönetenleri övdüler; ‘Sizler olmasaydınız biz bu saadete erişemezdik’ dediler. Fakat kendilerini yöneten onlara zulmedince hemen zamana söverlerdi.”

Suçu ‘dehr’e (zamana) atmaktan Allah’a sığınmak gerek. “İnsan için ancak yaptığının karşılığı vardır” olan âyet-i kerime, saadetin de, zahmetin de bizim amelimizde mündemiç olduğunu söylüyor; Ateşe elini sokan yanacak, kendini damdan atan kafasını kıracaktır. Saltanatımız da sefaletimiz de esasen kendi kisb ve fikrimizden necat bulmaktadır. ‘Büyük’ bildiğimiz bir adamdan bahsederken, onun şahsında kendimizle münazara ediyoruz demektir. O, adeta kendimizi özeleştiriye tabi tutuşumuzun bir aynası haline gelir. Zira çoğumuzun “büyük adam” olarak kabul ettiklerimizle ne bir mesaisi ve ne de tanışıklığı vardır; Ne de onlar, milyonlarcasını olduğu gibi bizi tanımaktadır.

Çok ehemmiyetli olan şu dehşetli sual, Münâzarât’ın yazılmasından bir asır sonra yine önümüze gelmiş gözüküyor: “Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar, meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.”

Milletin kuvvet ve sevgisini bahşettiği, maddî ya da manevî yüksek bir makamda bulunan büyük bir adama karşı nasıl hürriyetimizi ve izzetimizi koruyabileceğiz? Hele mevcut sorunlu anayasamız, medenî milletlere nazaran zayıf düzeyde kalan yönetim anlayışımız ve kişisel teşebbüs ve hür düşüncenin henüz olgunlaşmadığı sosyolojimiz bunu bize sağlamaktan uzak bir hal arz ediyorsa… Üstelik milletin anayasayı halkın lehine değiştirebilecek bir siyasal düzlemin oluşması uğrunda;  İman ve İslâmiyet’i ihya edecek cemaat ve cemiyetlerin âlem-i insaniyetin hizmetine sunulması yolunda ne kadar çok çile çektiği ortada iken...

Şimdi öyle bir haleti yaşıyoruz ki bir yandan bugüne değin elde ettiğimiz kazanımları, iktisadî iyileşmeyi, siyasî huzur ve istikrarı kaybetmemek uğruna bazı şeylere müsamaha ile hükümetin seyyiatı ve hasenatı hesabında hasenatının ağır bastığı düşüncesiyle müsaadekâr davranmaya çalışıyor, kendimizce mukaddes bir “sabır” gösteriyoruz. Öte yandan da, mevcut siyasal düzenin, anayasanın ve halkın demokratik algı düzeyinin, ne kadar donanımlı ve dindar söylemli olursa olsun yönetime taşıdıklarımızı müstebit hale getirmeye müsait bir düzeyde olduğunun da farkına varıyoruz. İnşallah ve umulur ki bu dilemma bize istikbaldeki saadet sarayının kapılarını açsın. Görülen o ki, bu açmaz, aynı zamanda çözene değin sıkıntıdan kurtulamayacak olduğumuz bir konu olarak gündemimizi sürekli meşgul edecek.

“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” hükmünü irade etmiş olan mukaddes kitap; Bir büyük makamın eliyle kendi aramızdaki mevcut ilişki durumunu bize ders vermeye devam ediyor. O makam, kendince hakikat kabul edip birilerini hedef gösterirken aynı zamanda yüzbinlerce masumu nasıl incitiyorsa; Bizler de, cemaat, cemiyet ve etnik gurup olarak kendimizden olmayanlar hakkında tam da öyle düşünüyoruz. Bu durumun hiç iyi şeyler getirmediği, böyle yüksek makamlarda bulunanların kullanması gereken dilin düşmanlık üretmemesi gerektiği gayet ortadadır.

Umulur ki, Cenâb-ı Hak, bizi uyarmak ve sınamak muradıyla bu yanlışlara müsaade etmektedir. Bilinmeli ki böyle ayrıştırıcı bir dil hepimizi yaralamaktadır. Şimdi bir takım sorunlu refleksler ve siyasal bağımlılıklar sebebiyle haklı gördüğü ve destek verdiği şu çirkin sözleri az zaman sonra ayıplayacak olan kitlelerin bulunması hiç kimseyi güvendirmesin. Halkın severek, duâ ederek ve her türlü müsamahayı göstererek en yükseğe çıkardıkları tarafından bir kısmımıza da olsa her fırsatta hakaret edilmesi vicdanları yaralamaktadır. Zira böyle bir hakaret, bizim verdiğimiz destek, ettiğimiz duâ ve gösterdiğimiz müsamahadan güç alarak yine bizim bir kısmımıza yönelmektedir.

Bir zamanlar bizi “takiyye” ile suçlayanların karşısında kendimizi müdafaa ve beğendirmek için pek çok sıkıntı çektik. Fakat şimdi biz birilerimize yapılan hakaretleri haklı bulmak, gerekçelendirmeye çalışmak ve destek vermekle eskiden bize yapılan zulme benzer bir şekilde milyonlarca masumu da içine alan büyük bir kitleyi ateşe atmış oluyoruz. Şimdi öyle davranıyoruz ki şu hakaretamiz sözlerin hıfzı için ve yalan çıkmaması uğruna bize tabi olan kitleleri, şimdiye değin yaptığımızı düşündüğümüz hizmetler karşılığında, adeta mecbur kılarak işi savaşa dönüştürmeye çalışıyoruz. Birilerine körü körüne bağlı olan bir kısım insanlar da, şu sözün hıfzı ve arkasında durmak için müsademeyi (çarpışma), müşağabeyi (dalaşmayı) cerh ve reddi, dedikodu, kin, gıybet ve şiddeti o derece meydana sürüyorlar ki adeta ayaklarından çıkan toz, ağızlarından ve kalemlerinden püsküren nefret sözleri şimdiden bir bulut halini alıp âlem-i insaniyyeti aydınlatan mükerrem ve münezzeh İslâmiyet güneşinin ve Müslüman ahlâkının tecelli ve görünmesine mani oluyor. Hem yağmuru ve rahmeti kestiği gibi ziyayı dahi bize men ediyor. 

Herkesin alkışladığı bir büyük adamın kendini beğendirmek uğruna başkasını eksik göstermeye, kendi sevgisini sürdürmek uğruna kitleleri başkalarına düşmanlık ettirmeye başlamasının neticesi “inşikak-ı asa”dır; Birliğin ve dirliğin bozuluşudur. Siyasî ve ekonomik bunca problemin bırakılıp bütün bir politik söylemin bir kısım insanların suçlanmasına dönüşmesi, geçici bir süre rahatlamaya, bahşiş ve şabaş temini için–çok tehlikeli–bir yolun açılmasına sebep olabilir. Fakat içimizde açtığı yara ve ortaya çıkardığı kin ve düşmanlık, meydana getirdiği yıkıntı ve buhran, toplumun büyük çoğunluğunda sebep olduğu gıybet ve tarafgirlik ve ayrışma bütün bir semeratı yakacak denli büyük olacağa benziyor. En büyük bir sual ki medeniyet mahkemesinde önümüze konulmuş bir halde bizden cevabını bekliyor: Bir büyük adam nezdinde ortaya çıkan toplumsal engizisyonun vicdanlarımızı yıpratmasına, kardeşliğimizi yaralamasına ve şahsiyetimizi kayıt altına almasına karşı kişiliğimizi ve hürriyetimizi nasıl koruyacağız?

Okunma Sayısı: 4836
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • caner

    6.6.2018 09:52:03

    insanımızın bu durumunu anlayamıyorum. hikmetinden sual olunmaz deyip sabrediyorum. imtihanın ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.( İftira-gıybet-kul hakkı) bu günahların asrı saadetten sonra bu kadar çok olduğu başka bir dönem var mı bilemiyorum. Allah'ım sen bilirsin. Bu günahlardan sana sığınıyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı