"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnanç, iman ve diyanet

Mustafa Eren BOZOKLU
03 Mart 2018, Cumartesi
“…Hakaik-i imaniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukàbilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmaz.” (16. Mektub)

Akıl ve vicdanı ikna edemeyen ve bir delile tutunamayan herhangi bir düşünceyle kurduğumuz ilişkiye “inanç” diyoruz. “Böyle olduğuna inanıyorum; çünkü nasıl olduğuyla ilgili herhangi bir açıklama getiremiyorum.”

İnançlar ekseriyetle herhangi bir çaba gerektirmeden, sorumluluk üstlenmeye gerek duyulmaksızın, öylece kabul edilirler. Gelenekten, toplumda yer edinme ihtiyacından, fısıltıdan, şiddetli arzu, beklenti, korku veya tiksinti gibi sayısız kaynaktan yol bulup zihinde yerleşirler.

Akıl ve vicdanda yoğurulmamış her bir amaç, her bir düşünce, her bir yönelim, her bir arzu ve her bir beklenti kişide bir heyula gibi şekilden şekle girer. 

Kişinin kendi iletişim havzasından edindiği inançları bekleyen iki yol vardır: Edindiği inançları ya bizzat sorgulayıp, muhakeme süzgecinden geçirip inancı kendisi açısından anlamlı bir şekle sokmak; veya bu işi inançlar hakkında hükümler ortaya koyan bazı kişi ve kurumlara ihale etmek durumundadır.

Toplum ve devlet, insanı “halis bir mü’min” olmak üzere değil çoğunlukla toplumun genel yargılarına uygun şekilde yaşayan “uyum- lu ve iyi bir uygulayıcı (Müslüman)” olması için “eğitir”. İnançlarını gerçek bir iman düzeyine yükseltmeleri için insanların aile, yakın çevre, resmî ve özel, dinî veya lâik eğitim kurumları gibi çok çeşitli unsurlardan elde ettiği bilgiler üzerinde ciddî şekilde düşünmeleri gerekir.

Bu durumu Müslüman ve Mü’min kavramlarının muhtevalarından çıkarmak mümkündür. Müslüman toplum, kişiyi Müslümanca yaşamak üzere eğitirken, bütün dinî kuralları ve imanî kavramları kişiye doğar doğmaz öğretmeye başlar. Eğitimi alınan  şeylerin uygulanması ile öğretilen kavramların kişi tarafından hazmedilmesi tamamen farklı düzlemlerde gerçekleşir. Bir Müs- lüman olmak için toplumun desteğine ihtiyaç kaçınılmaz iken, bir mü’min olmak bizzat insanın kendi çabasıyla mümkün olabilir. Eğitimi alınmış her bir husus insanda bir inanç, bir telkin olarak yer etmektedir. Kişi için bu dünyada en kritik ameliye de bunların onaylanması, iman düzeyine çıkartılmasıdır.

Genel kabul insanda, varoluşuna ilişkin bilginin doğuştan mevcut oluşu yönündedir. İnsan fıtratında yerleşik olan ham, temiz, ancak hakikati henüz anlaşılmaya muhtaç olan bilgi; aile, çevre, toplum ve yönetim erkleri gibi bütün etki havzası tarafından belirli bir şekilde dönüşmeye zorlanır. Bu zorlamalar, varoluşta yerleşik bilginin bir çekirdek gibi yarılmasına ve kişide kendine has bir maneviyat dünyasının oluşmasına yol açar. Bu dünya, çevreden edinilen bilgilerin vicdan, kalp, akıl, sır, hafa gibi insana mahsus özelliklerle bir varlık  bilincinin yetiştirileceği dünyadır. Maneviyat hem eğitimle elde edilmiş bilgilerden (zan) hem de üzerinde düşünülmüş ve karar verilmiş bilgilerden (iman) teşekkül eder ve olgunlaşır. Zan esaslı olan kısım “inanç”ı; bilgi esaslı olan kısım “iman”ı tesis eder. Delile bağlanmış ve hakkında esaslı bir karar verilmiş her bir inanç artık iman düzeyine çıkmıştır denilebilir. Bu karar veriş, inançlar hakkında ret ve inkâr veya kabul ve tasdik olarak  ortaya çıkar. 

İnsanın zihninde sindirmeden, eklektik bir şekilde üzerinde taşıdığı her bir bilgi inanç düzeyinde kalır. İnançlar birer genel kültür yığınlarıdır. Leheb Sûresi’nde bunlardan “odun yığınları” olarak bahsedilir. İnanç bir mülkiyet halidir. “İnancım var” derken, insan, sahibi olduğu beklentilerden, umduklarından, kendisine öğretilmiş olandan, tahminlerinden ve zanlarından bahsetmektedir. İman, bir mülkiyet ifade etmez. İmanım var derken hakikatle kurulan bir bağdan söz edilmektedir. Mü’min adam, sahip olduğu zanlarla oyalanmaktan vazgeçtiğini, artık bir hakikate bağlandığını ifade etmektedir.

İnsan eğitim vasıtasıyla bir takım inançlar edinir. Halbuki hayat inançların zihinde taşınmasını değil, haklarında bir karar verilmesini bekler. İnançlar ya reddedilmeli ya da kabul edilmelidir. Bu süreçte bir ilişki tarzı, bir insibağ, bir intisab oluşur. Sonuçta inançlar atılır veya dönüştürülerek bir olguya bağlanır. Artık bir aracı veya geçiş dönemi olan inançtan söz edilmez; bir bağlanma gerçekleştiğinde bir imandan söz edilebilir. 

16. Mektub’ta “Ehl-i dünya diyorlar ki: “Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun (sürgündesin); bu işlere karışmaya hakkın yok” tepkisine karşı ilginç bir cevap verilir: “Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz! İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir?”. 

Bediüzzaman, iman ve Kur’ân’ın kurumsallaşmış bir gelenekle, resmî devlet söylemleriyle, standartlaştırılmış tek tip eğitim yapısıyla sınırlandırılamaz demektedir. Kur’ân bütün zamanları besleyecek denli bir sonsuzluk pınarıdır, iman ise sadece kısa dünya hayatı için değildir. Kitaplarla öğretilecek kuru bir bilgi değil, ezelden ebede bütün hakikatleri ihtiva eden bir okyanusa açılmak gibidir.

Bediüzzaman mektubunun devamında şöyle söyler: “Siz dünyanızın usûlünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukàbilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki, bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyetle ve dünyadan ve huzûzât-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.”

İman ve Kur’ân’a dair eğitim yoluyla verilenler ancak bir takım kalıplaşmış bilgilerdir (buna lite- ratürde tebliğ denilmektedir). Bu bilgiler insanda imana açılan yolları bulmada başlangıç için gerekli birer kılavuzdurlar. Fakat iman hakikatleri bizzat yaşanması ve keşfedilmesi gereken hazinelerdir; okullarda, kitaplarda, gelenekte sadece suretleri ve isimleri vardır. Onlar hâlis niyetle, dünyanın aldatıcılığından sıyrılmakla ve nefsanî arzulardan arınmakla ancak birer “mevhibe-i İlâhî” olarak kavuşulabilen şeylerdir. 

Dünya muamelâtı ile insanları iyi bir din mensubu olarak yetiştirebilir, ibadetlerini zamanında ve eksiksiz yapmalarını belki sağlayabilirsiniz. Ancak ibadetin esası olan ihlâs dışarıdan bir bilgi olarak değil içeriden bir çaba olarak ancak ferdî olarak ulaşılabilecek bir hakikattir. Medreseler, İmam Hatipler, İlahiyat Fakülteleri, Kur’ân kursları gibi hizmet mekânları İslâm muamelâtını belirli bir müfredata ve kalıplaşmış yöntemlere göre ve şablonlara dayalı olarak insanlara aktaran kurumlardır. Aktarılan şey iman değil İslâm inancının esasları ve prensipleridir. Öğretilenler de yaşanması istenilen bir takım uygulamalardır. Fakat ne öğretimde kullanılan kalıplaşmış yöntemlerde ne aktarılan bilgilerde ne de öğretilen pratikte iman, ihlâs, fazilet, erdem gibi maneviyat ve ulviyât bulunmaz; bunlar kalıplaşmış metinlerle aktarılarak eğitimle elde edilmez; ancak ferdî çabalarla, tahkikatla, bağlanmakla, imanda derinleşmekle tanışılan, başka bir boyuta has özelliklerdir.

İnanç eğitimi insanı camiye getirebilir; İnsanı camiden içeri sokabilir; şartlara uygun bir namaz eylemini gerçekleştirmek üzere insanı mükemmel şekilde eğitebilir. Fakat, bunun gerçek bir ibadet, Allah indinde makbul bir yöneliş olması ancak iman eksenli, ihlâs odaklı, hakikat temelli bir maneviyat eğitimiyle gerçekleşebilir.

Bediüzzaman, 50 yaşından sonra birer mevhibe-i İlâhî olan eserlerinde kalıplaşmış bilgiler vermek yerine; en önemli şeyin nasıl kazanılacağını, imanın nasıl elde edilebileceğini kendi tecrübelerini aktararak; bu tecrübeleri aklî, vicdanî, ilmî ve dinî delilleriyle sunarak muhatabın önüne koyar: “Yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitap etmişim. Herkesi dâvet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur’âniyeyi arayıp buluyorlar.”

Ham, kaba ve softaların; Nur değil Topuz peşinde koşanların kulakları çınlasın!

Okunma Sayısı: 6042
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı