"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnkılâb-ı siyasiye

Mustafa Eren BOZOKLU
04 Kasım 2017, Cumartesi
İnkılâb-ı siyasîye devirlerinde korkuyla dini rüşvet vermek bir alışkanlık haline geldi.

Bunca çabalayıp inşa ettiğimiz binamızın bir üflemeyle sarsılması, dindeki hissemizin örümcek ağı (beyt’ül ankebût) kadar bile olmadığını gösteriverdi. Kuşkonmaz bir imana böyle bir dâvâyı yüklersen varılacak nokta da budur. Allah iktidar olmayı değil muktedir olmayı ehl-i imâna nasip etsin. Zira iktidar olmak çoğu zaman muktedir olmakla sonuçlanmıyor. Başkadı olmayı kabul etmeyip zindanlarda yatmaya razı olan Ebû Hanife, bugünün Müslümanı için “lüks bir düşünce”ye sahiptir. Türbelere çaput bağlayan insanla, siyasete dinini bina eden adam arasında organik bir bağ vardır.

“Yalancı peygamberi meyvesinden tanıyabilirsin” diyor İsa Aleyhisselâm. Yalan ile doğrunun arasında mesafe kalmamışsa, ne yapalım ey Nebi! Hayatın manasını karartan bir dünya üstümüze Dokuzuncu Senfoni’nin hüznünü boca ediyor. Hayatımızı tûl-i emele  bina etmekle mevhûm bir geleceğin ağırlığını da yükleniyoruz. Bindiği gemiye sırtındakileri bırakmayan adamın tevekkülsüzlüğü. Mekânın her tarafından, biyocoğrafyanın her bir paftasından bir fayda çıkarmaya çabalayan emperyalist bir çağda, çulla örtünüp kül içinde tövbe etmek ne kadar zor. Danyal Peygamber’den beridir her elçinin dilinden düşürmediği “yıkıcı ve iğrenç şey”  insanlığımızı kemiriyor.

Çağımıza teknoloji asrı deyişimiz, enâniyetimizi göz önünden kaçırma çabasından başka bir şey değil. Felsefenin uzattığı her bir meyve çekirdeğinde yokluk karanlıkları uyutan birer metâ’ul gurur. İdeolojiler din’in hümanist alana sokuşturulma çabaları. Her şeyi kendi inhisarına almaya çabalayan insan, semadan indirilene de aç bir iştahıyla saldırmakta. Kur’ân paslanmaz bîhemtâ bir kılıçla, i’câzıyla bu harami mefkûrelerin önüne dikilen cengâver.

Atmosferin davranışlarıyla sosyolojinin kavramları arasında sıkı bir ilişki kuran bilgi toplumu; zenginliği artarken ilginç şekilde fakirlik hissi derinleşen, otomobilim olsun diye mekânını, zamanını ve kır çiçeklerini, yani takdis edilmiş bolluğu terk eden Affluent Society’yi, lüks hayat şarkıları mırıldanan bolluk toplumu’nu  uzatıverdi. Şenlikli bir savurganlığı öğüt alaraktan yaşamaya başladık. Hayatta oluşumuzu tüketerek ispat ediyoruz. Shaeksper’in dediği gibi insan olmak için hep bize fazladan, ama lüzumsuz bir şeyin gerektiğini zannediyoruz. Machiavelli’nin faydacılıkından yakınırken yüceltilen bir savurganlığa alışıyoruz. Evlerimizi bir meta panayırına dönüştüren televizyon sayesinde savaşmadan mücâhit, çalışmadan kahraman olabiliyoruz. Fantasmanın saltanatı sinemanın renkli akışında zihinlerimizi ele geçiriyor. Bu lânet olası şey gerçeği getirmekten çok gerçeklik hissini aşılıyor. İnsanı yaratıcıyla cenge çağıran Judaizm’in prensipleri beyaz camın soğuk yüzünde beynimize kazınıyor. 

Bilginlerimiz, gölgelere tanrılık bahşetmeye çabalayan acemisyenler. Gölgelere, yani Hayy-ı Kayyûm olan Rahmanın Kelimeleri’ne. Muasırlarımız Ortaçağın obskürantizmine rahmet okutacak denli “rakkam entelijansiyası”. İdeolojilerin birer birer eriyişi; İbn-i Mukaffâ’nın kırılan kemikleri. Kırılan kemikler insanlığın ümitleri.

Bir vampir edasıyla beşerî namusumuza saldıran biyolojinin genetiğimize vurduğu her bir neşter; kâinatımızı anlamlandıran tefekkür dehlizlerimizi kan pıhtılarıyla tıkamakta. Kanlarımızı kim temizleyecek? Kâinata, bilinmeyen bir zamandan beridir dört dönen bir toz birikintisi nazarıyla bakacak, onu bir nebülöz sağanağı olarak tanımlayacaksak; ontolojik huzurumuz, bir psiko olarak anlamımız, bir sosyo olarak seyr-i sülûk-u müstakbelemiz ne olacak; biz kimiz?

Önce alkışlayan sonra idam eden acımasız bir çağ bu. Hafifmeşrep; oyun ve eğlence düşkünü. İdris Aleyhisselâmın soluğu pek marjinal; Afrodit’in öpücüğü bir semm-i kâtil. İman ile küfrün muharebesi… Teknoloji bir kâdir-i mutlak övgüsüne mazhar; iman bir ürperti bile değil, elimizi yakan kor. Hayatımız bir endüstri panayırına çevrilmiş durumda: Playmaker’lar, İmagemaker’lar, Brooker’lar, Technical Manager’lar, Production Designer’lar. İnsanlık, edilgen çağını aşamadan ölüp gidecek bir sıbyan.

Her vuzuh yeni bir anarşiye sebep; insanlar sanki anladıkça kavrayışlarını kaybediyor; eğitildikçe daha bir muzdarip ruha dönüşüyor. Politikacılarımız birer vaiz kesilmiş, hocalarımız birer finansör. Millet hâlâ kendi başşehrinde Dışkapı’dan içeriye alınmıyor; kendi vatanında bir deplasman psikolojisi.

Bu kadar ümitsiz olmak ne kadar gerçekçi, bilmiyoruz. Evet, Ayasofya’nın müze oluşu hâlâ içimizi burkuyor. Bizim de TV kanallarımız, radyolarımız var. Gazetelerimizin tirajları tavan yapıyor. Üstelik çulsuz da sayılmayız; finans şirketlerimiz, bankalarımız, belediyelerimiz bulunmakta. Sahur vaktinde, gecenin o mehtaplı yarısında rahmetli Sabahattin Zaim Beyefendi’den nostaljiye değen bir dini sohbet dinleyebiliyoruz. Ehl-i dünyaya hoşgörüyle (!) bakabilecek kadar sivilize olduk; girişinde umumhane çıkışında birahane bulunan şehirlere de alıştık. İyi bir uzlaşma içinde yaşamaktayız: Herkes en demokrat herkes en haklı olma yarışında. Demokrasi artık bir kâfir rejimi değil. Sevilmek için sevimli görünmek lâzım; demoskratos böyle diyor. Hakkâri şehit kaynarken Beyoğlu’nda travestiler geziyor.

Kesif, boğucu, sihirli bir dünya. Kalb atışlarımızı ayarlayan Makyavelizm’in mırmırları. Hesâbî düşünen çocuklarımız babalarını onlar için yumurtlayan bir tavuğa benzetiyor. Evlerimiz birer tedhiş kampı, sohbetlerimiz birer propaganda. Isparta Kahramanları birer Ankâ Kuşu. içimizde yaşamamışlar sanki. “Mekânın saâdeti içindekilerin saâdetiyledir” diyor Simyacı. Kız kardeşlerimizin ve çöpler altında kalan insanların trajedisini pazarladığımız bir hayat bu. Dümenkâr ve haylaz. Vicdansızlığı, anarşizmi, inansızlığı, çirkinliği bir “reality show” olarak sunuyor. Büyülü anlatıların ve destansı adamların çağında değiliz artık. Çocukluğumuzu çoktan geçtik ve iktidâra gerçekleri haykırabileceğimiz bir yaşa geldik. Çingenelerin tükendiği bir medeniyet. Bedevîliğe ayıracak toprağımız yok artık. Tevratvârî bir suçlama ve İncilvârî bir kutsamayla çevrili etrafımız: İlki “sen bir itsin!”, ikincisi “tanrısın!” diyor. Vandalizme öykünen bir hayat. Okun yaydan fırlayışından daha hızlı kaybediyoruz değerlerimizi. İnanca dönüştürülen bir imanın sahibiyiz; öğrendikçe cehaletimizin azgınlaşması bundan. Uzmanlaştıkça mu’cizelerden uzaklaşıyoruz. Hâsılı hâlâ yaşantımızın hikmet-i mucibini sorguluyor; ancak ne aradığımızı bilmiyoruz.

Siyasî hayatta meydana gelen büyük çalkantılar ve karmaşalar.

Tûl-i emel: Hırs, açgözlülük, tama; bitmez tükenmez hırs ve arzu anlamında bir kavram. Tasavvufta, insanın hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya aşırı bir şekilde bağlanmasıdır. Bunun zıddı olan “kasr-i emel” ise kanaat ve tok gözlülük olup, insanın hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalışmasıdır. 

İncil’de Deccâl için kullanılan bir tâbir:

Gurur metâı. İnsanı aldatıp Allah yolundan alan dünya zevki veya menfaati, İnsanlara riyakârlık için kullanılan dünya malı.

The Affluent Society  (Bolluk Toplumu) adlı eserin yazarı Prof. Dr. John Kenneth Galbraith  için esas soru şudur: “İnsana ve tabiata zarar verdikten sonra, üretimin artması anlam taşır mı?”

Okunma Sayısı: 2280
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İ. Seyda

    5.11.2017 23:28:17

    Tebrik ederim. Çok güzel bir yazı bu. Daha sık görmek isterim yazma imkaniniz varsa..

  • Müjdat Bayar

    4.11.2017 09:56:19

    Doğru söze ne denir?Durum bu.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı