"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Medresetüzzehra, ne ile mücadele etmektedir?

Mustafa Eren BOZOKLU
24 Kasım 2017, Cuma
MEDRESET’ÜZ ZEHRA OKUMALARI - 2

Bediüzzaman, Kur’ân hikmetiyle bilim ve san’atın, dini ilimlerle fen bilimlerinin birlikte yorumlanabileceği bir zemini daha genç yaşta iken bulmaya uğraşmıştır. Bu uğraşın ilk adımını on yedi yaşında, Kızıl İ’caz 1 adındaki mantık şerhini yayımlaması oluşturur.

On beş yaşına kadar Tefsir, Hadis, Kelâm gibi temel ilimleri elde eden Nursî; Mantık’la uğraşmakla değişik bir mecraya gireceğinin sinyallerini verir. Mantık, doğru, tutarlı düşünmenin ve paradoksa düşmekten kurtulmanın kurallarını; metinlere eleştirel yaklaşmanın, sınıflandırma ve çözümleme yapabilmenin, derecelendirmenin, önermeleri geçerli bir zemine oturtmanın yöntemlerini sunmaktadır. Bediüzzaman’ın bütün eserlerinde mantığın kurallarını dikkatle ve bol miktarda kullanması etkileyici şekilde belirgindir. 

Mantık, modern çağlarla birlikte farklı bir fonksiyonu da üstlenmiştir. Rönesans ile tabiî bilimlerin gelişmesiyle klâsik mantığa “metodoloji” de eklenmiş ve modern bilim felsefesinin yolu açılmıştır. Modern bilim felsefesi yeni tip düşünce kalıpları (ideolojiler) üretmeye başlamış; bu modern düşünce kalıpları (ideolojiler) çoğunlukla Kartezyen yöntemle şekillendirilmiş ve materyalist, ateist, dindışı bir zihinle yorumlanmaya başlamıştır. Mantık ve metodoloji bilmeyen kişilerin bu büyük ve sarsıcı ideolojilerle başa çıkması mümkün değildir.

Bediüzzaman’ın ileride Risale-i Nur’u netice verecek olan hedeflerinden en çarpıcı olanı, bilimi materyalist yorumun cenderesinden kurtarmak için mantık yöntemlerini kullanarak dinî metinlerin üzerine atılmış toz ve toprağı temizleyip ikisinin buluşmasını temin etmek şeklinde ortaya çıkar. 

18. Yüzyılın başlamasıyla modern bilimsel faaliyetler yoğun şekilde artmış ve tabiî ilimlerde çok ciddî bir bilimsel veri ve bilgi birikimi ortaya çıkmıştı. Bu baş döndürücü üretim sadece teknoloji ve sanayiyi değil aynı zamanda Felsefe dünyasını da etkilemiştir. Modern ideolojiler hemen her alanda hızla yayılarak insanlığı etkilemeye başladı. Bu ideolojilerin temel özellikleri dine karşı negatif olmalarıydı.

Skolastik Felsefeyi ve ona dayalı eğitim sistemini çökerten ve Avrupa’da büyük bir gelişmeye ve sanayileşmeye yol açan Hümanizm’in ve Hümanist okulların yükselişi Osmanlı’da da çok geç de olsa kaçınılmaz etkilere yol açacaktır. Üç-dört asırdır skolastik bir yapı arz eden medreseler dünyada olup bitenlerden ve bunların Osmanlı Devletine etkilerinden habersizdir. Medreselerde, sadece metin tetkikine yarayabilen bir takım alet ilimlerinden başka bir eğitim sunulmamaktadır. Medresenin mektebe yenik düşmesi; sadece eğitim enstrümanlarının ve programlarının değişmesi anlamına gelmez. Osmanlı toplumunun dönüşmesi, Batılılaşma faaliyetlerinin artması, dinsizliğin baş göstermesi, dinin ve dindarlığın tartışılmaya başlanması, milliyetçiliğin yükselmesi vs hep bu yenilgiyle alâkadardır.

Bütün bu olumsuz atmosfere ve devletin dışlayıcı tavrına rağmen Bediüzzaman’ın Şarkta bir medrese kurmakta ısrar etmesinin bir sebebi olmalıdır.

Hıristiyan din felsefesi ile İncili, tabiatı ve varoluşu anlamaya çalışan Skolastik Felsefe sadece metin odaklı düşünerek olayları anlamaya çalışmış; 800’lü yıllardan 1500’lü yılların başına kadar Avrupa’da taassubun yerleşmesinin temel sebebi olmuştur. Rönesans ve Reform Hareketlerine kadar Skolastiğin hakimiyeti devam edecektir. 

Avrupa’da süreç böyle işlerken İslâm dünyasında mezheplerin ortaya çıkması ve hadislerin tedvininden sonra “İslâm Felsefesi” ve Kelâm adı verilen iki ayrı okulun ortaya çıktığı görülür.

Tarihî anlamda İslâm Felsefesi denildiğinde din ve felsefeyi uzlaştırmak, İmanî ve İslâmî meseleleri vuzuha kavuşturmak için tabiat ilimlerinden istifade etmek ve aklı en önemli konuma yerleştirmek anlaşılmalıdır. Vahiy görece olarak akıldan üstün tutulsa da, esas olan vahyin anlaşılmasını sağlayan akıldır. Ana kaynak Kur’ân olmakla birlikte Yunan Felsefesine ait metinler ve o zamanki astronomi, botanik ve tıp bilimlerinin verileri de olarak kullanılmaktaydı. 

İslâm dünyasında yükselen ikinci değer olarak Kelâmcılar ortaya çıkmıştır. Kelâmcıların temel kaynağı Kur’ân ve Hadislerdi. Bu yapılarıyla Felsefecilere nazaran çok daha tutarlı argümanları oluşturabildiler. Ancak bir yerden sonra metne dayalı olarak yapılan ilmi faaliyetler donuklaşmaya başladı. Eski Üstadların yazdıkları tekrar edilmeye ve sadece onların yazdıklarına şerhler ve izahlar yapılmaya başlandı. Netice itibarıyla Hıristiyan dünyasında yaşanılan Skolastik kriz İslâm Dünyasında Kelâmcı kesimde de yaşanmaya başladı.

Siyasî otoriteye yanaşan ve resmî dinî yaklaşımı ellerinde tutan Kelâmcı kesim, İslâm Felsefecilerinin dışlanmasına sebep oldular. 

Bu dışlanma biri İslâm dünyasında diğeri Hıristiyan dünyasında olmak üzere iki temel ve hayatî sonuca yol açtı: Birincisi, İslâm dünyasından dışlanan Müslüman filozofların fikirlerine Avrupalı san’atçı ve entelektüellerin sahip çıkmasıyla modern Avrupa’nın inşasına yol açan Hümanizm’in ortaya çıkması, Rönesans ve Reform Hareketlerinin başlaması, böylece Avrupa’da merkezi otoritenin dini söylemini elinde tutan Kilisenin hakimiyetine son verilmesi; İkincisi, İslâm dünyasında Kelâm İlminin ve medreselerin, en önemli rakiplerini ve muhalefetlerini kaybederek donuklaşmaya başlaması, eğitim ve öğretimde  sadece alet ilimlerinin öğretilmesi, felsefenin ve fen bilimlerinin dışlanması, dolayısıyla Müslüman dünyanın önce duraklama sonra gerileme süreçlerini yaşaması. 

Görüleceği gibi Bediüzzamanın Münâzarât’ında ifade ettiği “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder” düşüncesinin tarihsel bir arkaplanı vardır. Bediüzzaman “Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derç” etmek gerektiğinde ısrarlıdır. Bu ısrar, modern fen bilimlerinin medrese ilimleriyle “mezc ve derç”i mümkün olursa, ikisinin ahenk ve insicam ile birlikte tedrisi gerçekleşebilirse taassup, şüphe ve imansızlık fikrini ortadan kaldıracağını düşünmesinden kaynaklanmaktadır.

Dipnot:

1- Abdurrahman Ahdarî’nin Süllemü’l-Münevrak isimli eserine bir haşiye olarak kaleme alınmıştır.

Okunma Sayısı: 4338
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı