"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Kardaşlanmak”

Mustafa Gönüllü
13 Haziran 2017, Salı
Üstad Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat adlı eserindeki, Hâfız Ali Ağabey’in bir mektubunda, şu cümle geçiyor:

“...Bu memnuniyet ve teşekkürlere dahi cemaatimizin bütün efrâdı iştirak ederek hepinizi selamlar ve aziz Nurdaşlarıyla ‘kardaşlanırlar’.” (Tarihçe-i Hayat, s.737) 

Buradaki “kardaşlanmak” fiili çok dikkat çekici. Bu kelimede mâna itibariyle uhuvvet, birlik, beraberlik, fedakârlık var. 

Evet, gerçekten de insanın en temel ihtiyacıdır kardaşlanmak. Her insan muhakkak kardaşlanmalıdır. Çünkü kardaşlanmak, yalnızlık karanlığından insanı kurtarır. 

Yalnızlık, bir nevî bataklık, bir nevî zindandır. Ve insanı, tüm tehlikelere karşı savunmasız bırakır. 

İnsanın, ne kadar çok manevî kardeşi olursa, o insan kendini o kadar güvende ve güçlü hisseder.

 Sâff suresinin 4. ayetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.”

İşte kardeşler, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibidir. 

Kardeşler birbirlerine nokta-i istinaddır. Hakikî ve samimî bir kardeş, en sıkıntılı zamanlarda kardeşinin yanında olur, kardeşi için her türlü fedakârlığı yapar. 

Aynı zamanda, kardeşler birbirine medâr-ı tesellîdir. Derdini, üzüntüsünü dinlemeyi, çareler bulmayı, tesellîler vermeyi gerektirir kardeş olmak. 

Ve Üstad Bediüzzaman’a göre kardeş olmak :

 “Hayat-ı içtimâiyenin bir temel taşı ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hâcet-i zarûriyesi ve aile hayatından tâ kabile ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli rabıtadır.”  (Şuâlar, s. 288) 

Peki nasıl kardaşlanırız? Kardaşlanmak kolay bir şey midir? 

Kardaşlanmak; fedakârlık gerektirir, samîmiyet gerektirir. Hakikî kardeş olmak, hakikî ihlâsı gerektirir. 

Çünkü Nurcular arasındaki kardeşlik bağı, îmandan kaynaklanır. Îmanın tahkîki olması, kardeşliğin hakiki olmasını netice verdiği gibi, kardeşliğin tahkîki olması da, birlik ve beraberliği netice verir. 

İşte, toplu olarak îman ve Kur’ân hakikatlerinin mütâlaa edildiği derslere katılmak, ders aralarında bir yandan çayını yudumlarken bir yandan da kardeşleriyle sohbet etmek, kardeşler arasındaki muhabbeti artırır. Muhabbet etmek, muhabbetin ziyadeleşmesini netice verir. Ve îman bağı gittikçe kuvvetleşir. 

İnsan, fizîken acıktığı gibi, rûhen de acıkır. Ve ruh açlığını, cemaatin içinde giderir. İşte bu yüzden “cemaatler toplumun manevî kaleleridir”.

Tabiîki şeytan ve nefis boş durmayacak ve bu kardeşlik bağını zedelemeye çalışacaktır. Araya menfaatleri, gururu, enâniyeti karıştırarak, o kıymetli bağı koparmak için uğraşacaktır. 

Ama hakikî kardeş bilir ve bilmeli ki, hiç bir dünyevî mesele, onun, kardeşiyle arasında olan îman bağının önüne geçemez. Çünkü bâki bir elmas, fâni bir cam parçasına değişilmez. 

Son olarak sözü Üstad Bediüzzaman’a bırakalım:

“Acaba, bir gün adâvete değmeyen bir şeye, bir sene kin ve adâvetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder, bozulmamış hangi vicdana sığar? Halbuki mü’min kardeşinden sana gelen bir fenalığı, bütün bütün ona verip, onu mahkûm edemezsin. Çünki evvelâ, kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp o kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek gerektir. Sâniyen, nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adavet değil, belki nefsine mağlub olduğundan acımak ve nedamet(pişmanlık) edeceğini beklemek. Sâlisen, sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör; bir hisse de ona ver. Sonra bâki kalan küçük bir hisseye karşı en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlub edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenablıkla(yüksek ahlak ile) mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun. Yoksa sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmeyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye; güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedid bir hırs ile ve daimî bir kin ile mütemadiyen bir adavetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile(aşırı derecede) bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur ve bir nevi divaneliktir.”

(Uhuvvet Risalesi, s.14)

Okunma Sayısı: 1701
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı