"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Barla ruhuyla yeni dünyanın inşası

Mustafa ORAL
30 Mart 2018, Cuma
Risale-i Nur dinde, dilde, düşüncede, medeniyette yeni bir menzil açan terminolojiyle ortaya çıkmıştır.

Son yıllarda yaşananlar düşünce, din ve dilde kırılma oluşturdu. Kalbimiz de dilimiz de kirlendi. Risale şefkat diline vurgu yapmasına rağmen dilin darbesi devam ediyor. Dilimiz kalplere darbe yapıyor. Onun için önce dili temizlemek gerekiyor. Bediüzzaman dil terbiyesi yapıyor. Resmî tarihte Şeyh Said İsyanı ve Menemen Ayaklanması olarak geçen durumların kurgu olabileceğine işaret ederek “hadise” olarak belirtiyor. 

Bizi de olayların üzerindeki sis perdesi kalkıncaya, amacı ve failleri tesbit edilinceye kadar beklemeye, pencerelerden bakıp içle- rine girmemeye dâvet ediyor. 

Çatışma ve kargaşanın  olduğu yerde müsbet hareket edilemez. Müsbet hareketin olmadığı yerde iman hizmeti olamaz. Türkiye sancılı bir dönemden geçiriyor. Ortak değerler üzerinden kutuplaşıyor. İnsanî ortak paydalardan uzaklaşıyor. Yaşadığımız topraklar, yapısı itibariyle millî ve dinî temelli politikayı kaldırmıyor. Dinî ve millî kavramlarla dillendirilen reaksiyonel ve popülist politikalar o gün bazı kesimlerde ilgi görse de 50 sene sonra kimsenin sahiplenmek istemediği bir tarza dönüşebiliyor. 

II. Abdülhamid’in monarşik teok- ratik yönetimi 30 yıl devletin bütün halinde kalmasına imkân tanısa da yapılanlar sadece günü kurtarmaktı. Bediüzzaman, Mehmet Âkif gibi düşünürlerin uyarıları gözardı edildiğinden devlet çöktü. İslâm’la uyuşmayan istibdada dayalı yönetimi çok daha şiddetli İttihat ve Terakki ile Cum- huriyet istibdadını netice verdiği gibi bugün uygulanacak yanlış politikaların daha sonra başka iktidarların çok daha ağır bir istibdat ve israfı netice vereceği, bunun da toplumun büyük kesimi tarafından hoş görüleceği anlaşılmaktadır.

Yüzyıl önce Rum ve Ermeni tebanın topraklarımızdan ayrılmasından sonra yaşanan millî da- ralmanın bugün derin yapılarca uygulanan ötekileştirici politikalarla dini daralma olarak sürdüğü görülmektedir. El- Emin ismine yakışır, sahabe ruhuyla, doğruluk, ahlâk, adalet, güven gibi insanî değerlerle istiğna düsturunun hâkim olduğu şahıs, cemaat ve devlete ihtiyaç var.

Bu gün Risale-i Nur toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek en önemli figürdür. Bu toprakların dünyaya ihraç ettiği en büyük değerdir. Dünya çapında hayatın bütün alanlarında tamir ve tadilat vazifesi görecek; topyekûn dünya birikiminden yeni bir medeniyet inşa edecek en önemli eserdir.  

Mekke’de Hz. Muhammed’in (asm) hizmet halkası büyüdükçe belli bir kesimde hakikate karşı körleşme, sağırlaşma, İslâm’ı tehdit olarak algılama artar. İş suikasta kadar gider. Sahabelere boykot uygulanır. Sebepler tahtında Mekke’de daha fazla hizmet yapılması mümkün değildir. Çünkü karşıda asırlardır orada yaşayan, dünyaya hırsla bağlı muktedirler vardır. Sahabeler “biz servetinize, saltanatınıza, dünyanıza değil ahiretinize talibiz” dese de Mekkelilerin gözünde “şüpheliler”dir. Nur gösterip topuzla vurabileceklerdir (!) 

Mekke’de Cennete lâyık bir hayat yaşamaya namzet ruhlar Efendimiz’in (asm) etrafında hâlelenir. Diğerleri menfaat, korku, kin, nefret gibi gerekçelerle uzak durur. Efendimiz (asm) ve sahabeleri Mekke’nin Mekke’de fethedilemeyeceğini, hizmet imkâ- nının kalmadığını fark ederek hicret ederler. Medine’de 40 sahabeyle insanlığın ebedî saadetini sağlayacak düzen kurulur. Asr-ı Saadet yaşanır. O güzellikler başta Mekke olmak üzere civar şehirlerin de gönlünü cezb eder. Mekke görünüşte dışarıdan (Medine) ama gerçekte içeriden (manen) kan dökülmeden, savaşılmadan fethedilir. 

Hz. Muhammed (asm), Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer’in (ra) vefatlarıyla Asr-ı Saadet ruhu çekilmeye başlar. Sahabeler arasında anlaşmazlıklar çıkar. Sıffın ve Cemel savaşları olur. Asr-ı Saadet ruhunun buharlaşmaya başladığını, meslek ve meşrep tar- tışmalarının ortaya çıktığını dolayısıyla artık buralarda hizmet yapılamayacağını anlayan engin ruhlar İlâhî rahmeti arkalarına alarak Mekke ve Medine’yi terk ederler. İstanbul’dan Moğolistan’a, İspanya’dan Türkmenistan’a kadar yayılırlar. İslâm’ı hiç bilmeyenlere anlatarak manevî cihadı başlatırlar. Bu gün İslâm bu kadar yayılmışsa bunu bu engin ruhlara borçluyuz.

Ertuğrul Gazi, Söğüt’e geldiğinde Anadolu Beylikleri savaş halindedir. Müslümanlar birbirine kılıç çekmiştir. Osmanlı ise ilâ-yı kelimetullah uğrunda gayr-i müslimlere karşı mücadele eder. Bir taraftan imanın ve İslâm’ın güzelliğini gönüllere taşımaya çalışırken, diğer taraftan da sözle ıslâhı kabil olmayan düşmana karşı kılıç çeker. Bu durum İslâm âleminde Osmanlıya karşı muhabbet oluşturur. Başta Selçuklu Devleti olmak üzere Anadolu Beylikleri Osmanlıya maddî ve manevî destek verir. Kitlesel katılımlar olur.

Anadolu Beylikleri kendi aralarında kan dökerken Osmanlı’nın düşmanla mücadele etmesi rahmet ve inayetin Anadolu’daki Beyliklerin arkasından çekilip Osmanlı’nın arkasına geçmesine vesile olur. Osmanlı “Allah’ın sevdiği kavim” sırrına mazhar olur. Yeryüzünün birçok köşesinde İslâm bayrağını dalgalandırır. 6 asır boyunca dünyaya ilim, irfan ve medeniyet götürür.

Onların bir tek gayesi vardır: Allah ve Resulünün (asm) namını güneşin doğup battığı her yere ulaştırmaktır. Dünyaya beş para ehemmiyet vermezler. Keselerinde de, kalplerinde de dünyalığa yer vermezler. Osman Gazi bir çadırda dünyaya gelir; bir eve sahip olmadan dünyadan göçer. Orhan Gazi’nin ömrü at üzerinde geçer; bir çadırda vefat eder. Murat Hüdavendigâr “sakın ha; attan inmeyesünüz, kılıcı kınına koymayasunuz” diye diye şehit düşer. Bu ruh zamanla buharlaşır. Dünya ahiretten daha tatlı hale gelir. Lâle Devri ve saray hayatı toplumun manevî direncini kırdığı gibi İlâhî rahmetin de çekilmesine sebep olur. 

Gelecek asırların mimarları olacak Mehmet Âkif ve Bediüzzaman gibi düşünürlerin uyarıları dikkate alınmaz. Yıkılmak mukadder olur. 

Osmanlı mirası üzerine Cumhuriyet kurulur. Asr-ı Saadeti yaşamaya ve yaşatmaya namzet Bediüzzaman 1922’de Ankara’ya gelir. Ankara havası Üstada iyi gelmez. En kara bir hâleti hisseder. Mevcut yönetim anlayışıyla hizmet yapılamayacağını, siyasetle bir yere varılamayacağını anlayarak şehirden ayrılır. 2 sene sonra Şeyh Said Hadisesi bahane edilerek Barla’ya sürülür. Barla’da kadim medeniyetimizi sürgün verecek Risalelerin tohumlarını atar.

Okunma Sayısı: 3295
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp-2

    2.4.2018 15:34:26

    Meselâ, Çanakkale ruhu, düşmanı imha, İslam Dünyasını ihya ile "Çanakkale geçilmez!" dedirtmişti. Keza "Milli Mücadele ruhu" da Anadolu'yu işgalcilerden temizlemiş, hürriyet ve istiklalini kazanmıştı. "Barla ruhu" da eğer kendi şahsı manevisini bırakıp başka şahsı manevilere tabi ve alet olmaz ise,hem dahilde toplumsal barışı hem de yeni dünyanın inşası ve dünya barışını tesisi edebilir. Çünkü "Barla ruhu"nun payandaya ihtiyacı yoktur. Teşbihte hata olmasın, lokomotif misali hareketi kendindendir. Yeter ki bu ruhun temsilcileri ve tabileri, bu ruh aynasının yüzeyini lekeleyecek eylem ve söylemlerde bulunmasınlar. Aksi halde dahilde uhuvvet ve muhabbet, ittihat ve tesanüt, hariçte de dünya barışı geciktikçe gecikecektir. Oysa insanlık dünyası, barış ve huzura, hürriyet ve adalete açlık derecesinde muhtaçtır. Bu açlığı giderecek "Barla ruhu" menfi ve menfaatçi siyasetin üç günlük dünyalık çıkarlarına feda kurban edilmemelidir.

  • Gündüz Alp

    2.4.2018 11:01:36

    Sevgili kardeşim, bir kaç gün gecikmeli okuduğum güzel yazınız için teşekkür ederim. "Barla ruhuyla yeni dünya inşası" pek çok ruhlara "el fatiha!" okunduğu bir dönemde bir hayli zor görünmektedir. Zira "Barla ruhu" temsilcileri kendi şahsı manevilerinden çıkmış, Barla ruhuna zıt tavır takınan bir şahsı maneviye dahil olmuşlardır. Bu dehalet, bırakın "yeni dünya inşa" etmeyi dahilde dahili ve toplumsal barışı bile inşa etmekten -şu an itibariyle- çok uzaktır. Çünkü biri müspet hareket ve kavl-i leyyini tercih ederken diğeri menfi hareketi ve menfi söylemi tercih etmektedir. Barla ruhunun temsilcilerinin hedef ve maksadı dünya barışıyla birlikte bir "yeni dünya inşası" iken,bu ruha karşı müstağni davrananların hedefi ise dünyevi ikbal, iktidar ve saltanattır. Dolayısıyla "Barla ruhuyla yeni dünya inşa etmek" isteyenler BARLA RUHUNA SADIK kalmalıdırlar.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı