Avucuna yüz tohum alır, toprağa atarsın.
Onu tutar, doksanını toprak yutar. Doksanı noksan görmezsin. Tohuma toz kondurmazsın. Nasıl olsa sorun tohumda değil topraktadır. Değil mi ki sen seçmişsindir tohumu. Bu kalbler bu doksan tohuma uygun değilmiş, der vazgeçersin. “Her tohum tutacak değil ya” der, önemsemezsin. Yeni tohumlar ararsın. Zamanla yeni tohum bulamadığın gibi elindekileri de kaybetmeye başlarsın. Elinden iş, sofrandan aş, kalbinden aşk alınır.
Moralin bozuldukça bozulur. Gün gelir her şeyden yorulursun. Dünyadan da, insanlardan da soğursun. Hiçbir şey yapmak istemezsin. Elin işe, kalbin aşka, dilin duâya da gitmez. İçine çekildikçe çekilirsin. Kimseyle görüşmek, söyleşmek istemezsin. Dünya üstüne üstüne gelir. Sanki her şey darağacı olmuş seni asacaktır. Firavun olmuş, denize dökecektir. Nemrut olmuş, ateşe atacaktır. Ebu Cehil olmuş, topraklarından sürecektir. Yezid olmuş, canlı canlı gömecektir. Her şey bitti; buraya kadarmış, dersin. Önünü göremezsin. Nereye gideceğini, hâlini kime arz edeceğini bilemezsin. Yar bildiklerin kalbini yarar, yeni yaralar açar. Her gün yepyeni yaralarla alırsın. Başın öne düşer. “Başın öne eğilmesin. Aldırma…” diye diye sana ezgiler söyleyen sevdiklerinin yüzüne bakamazsın. Çocuğunun başını eskisi gibi huzurla okşayamazsın.
Çıtkırıldım olursun. Her şeye kırılırsın. Çünkü sen karıncayı bile incitmezdin. Çiçeğe bile selâm vermeden geçmezdin. Dilin kelepçeli, yüzün çiçek bahçesi, öylece sokaklarda gülümseyerek gezerdin. İçten içe ezgiler söylerdin. Ama artık o günler geride kalmıştır. Bir çağ yangını, bir bağ bozumu yaşarsın. Çiçekler gibi kırılır, çocuklar gibi ağlarsın. Artık yüzün çiçek bozuğudur, kimseler bakmaz. Kalbin kırık aynadır; kimselerin yüzüne bakamazsın. Bakanlar sende görmez kendini. Üzülürsün, süzülürsün. Ağlayan birinin kahrını çekemezsin. Hüzünlü ezgiler dinleyemezsin. Üzülmek değil sevinmek istersin. Nâzım gibi dünyaya haykırmak istersin: “Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum.”
Sen hep vermeye alışmışsındır. Hep veren olmuşsundur, hiç alan olmamışsındır. Ama bu gün kader seni alan el olmayı uygun görmüştür. Kendine iş, derdine eş ararsın. Akşam olunca sevdiğine çiçek, çocuğuna ekmek götürmek istersin, götüremezsin. Yarı aç, yarı tok; gâh gönüllü, gâh gönülsüz belirsiz bir geleceğe doğru ilerlersin. “Kork- ma, korkarsan korktuğun başına gelir” diyen dostunu dinlemediğin için kendini kahredersin. Korktuğun her şey başına gelmiştir. Dün- ya başına yıkılmıştır. Bunları da mı görecektim, der, ah edersin. İçlendikçe içlenirsin. Rüyanda görsen inanmayacağın şeylerin gerçekleşmiş olmasını üzüntü ve şaşkınlıkla izlersin: Dünyayı kaybetmek ne zormuş.
Bir çıkış, bir huruç ararsın. Kendi içine hicret etmekten başka çare bulamazsın. Dost bildiğin ufuklar dar gelir. Daraldıkça daralırsın. Kalbin kısa devre yapar, elektrikler kesilir, karanlıklarda kalırsın. Öyle çaresizsindir ki dokunsalar ağlayacaksındır. Uzunları yakarsın. Dünyayı ateşe verecek gibisindir. Önüne geleni, dünya denilen cifeyi ezip geçmek istersin, ama dünyada evlâdüiyal vardır. Firavun sıkıştırdıkça sıkıştırır. İçine çekile çekile Kızıldeniz’e gelirsin. Yüzme bilmiyorsundur, boğulacaksındır. Artık işin Allah’a kalmıştır. O’ndan başka gidecek kapın kalmamıştır. Gelmiş, dayanmışsındır denizin kapısına. Denize girmeden boğulacak gibi olursun. Musa peygamberin (as) asası gibi dilini kalbine alırsın. Yavaş yavaş, inceden inceye duâlara başlarsın. Rahmet denizine dalarsın. Birden dalgalar durur, deniz durulur, su yarılır, karşıya geçersin.
Tam, kurtuldum, derken bu sefer Nemrut çıkar karşına. Sıkıştırdıkça sıkıştırır. Geri geri giderken ateşin böğrüne gelirsin. Ateşe atılmadan yandıkça yanarsın. Bütün dünya karşındadır. Rabbinden başka yangını söndürecek yoktur. O an içinde bir İbrahim duâya başlar. Testi çatlar. Mahzun gönlüne su serper. Duâlara sığınırsın. Bütün kâinatı arkana alır, ateşe atlarsın. Öyle harlısındır ki gözyaşların ateşi söndürür. Ateş, karanfil bahçesine döner. Her şey yoluna girer.
Duânın gücüne bir daha inanırsın. Gülümsersin. Birden, Hz. Muhammed’in (asm) soyundan gelen, yolundan giden Bediüzzaman çıkar karşına. Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir, hüzünlenme gayrı... Duâları kınından çıkarır, gözyaşı kılıcını çekersin. Gözyaşların gecede zemzem gibi seccadeni aydınlatır. O an Hz. Muhammed’in (asm) torunu, Bediüzzaman’ın en birinci talebesi Zübeyir Gündüzalp belirir gözyaşının aydınlığında. Zübeyir yol olur. Bakıp bakıp ağlarsın.
“Mademki İslâm’ın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun, bu müjdenle bize aşk ve şevk veriyorsun, o halde iyi dinle: Vazifen: Dikenler arasından güller toplayacaksın. Ayağın çıplaktır, batacak; elin açıktır, ısıracak. Buna sevineceksin! Firavunlar kucağında büyüyen çocuk Mûsâ’ları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler. Konuştuğun için zindana koyacaklar; sevineceksin! Karanlık zindanlara atarlarsa, ışık; paslı vicdanları görürsen, ümit; imansız kalplere rastlarsan, Nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkûm olacaksın. Ve buna şükredeceksin!Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan, gönülden Kur’ân’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kâğıt, kanını mürekkep edeceksin.”
Rabbin bir daha, bin daha elinden tutar. Musalarla, İbrahimlerle, Bediüzzamanlarla, Zübeyirlerle kol kola girersin. Artık kim yıkabilir bu kaleyi... Kim yakabilir seni ateşlerde... Kim boğabilir denizlerde... Kim sürgün edebilir yüreğinden...
Eskisinden daha parlak günler yaşarsın. Rabbin eline iş, sofrana aş, kalbine aşk koyar. Verdikçe verir. İçten içe mutlu olursun, ama bir defa ağzının tadı kaçmıştır. Sütten ağzın yanmıştır, yoğurdu üfleyerek yersin. Yıllarca kazanıp da bir gecede her şeyini kaybettiğini, hüzünle hatırlarsın. Artık kuşak atlamışsındır. Kazanırken kaybetmekten korkarsın. Sonra, kazanırken kaybettiğinden daha çok, kaybederken kazandığın şeyleri hatırlar, şükredersin. Dünyayı kaybetmiş, karşılığında ahireti kazanmışsındır. Elindeki, avucundaki, kalbindeki, ruhundaki her şeyi kaybetmiş, karşılığında Rabbini bulmuşsundur. “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” dersin. Kazandığına sevinmez, kaybettiğine üzülmezsin. Yine de endişe edersin. Bu kadar güzelliği ve zenginliği kazandıktan sonra yine Rabbini unutmaktan, unutarak kaybetmekten korkarsın. Öyle mutlu, öyle huzurlusundur ki, “Ben böyle iyiyim, üstü Cennete kalsın Rabbim” der durursun.