Herkes aynı kıvamda olmaz. Herkes birden olgunlaşmaz. Onun için Risale-i Nur’u ve Üstadı ne kadar anlatsa da tam anlayamayabileceğini veya nazlandığını düşündüğü kişileri bizzat kendisi Üstada götürür. Hasan Hilmi Kaba bunlardan biridir.
Ahmed Nazif Çelebi, İnebolu Nur hizmetinin köprüsüdür. Üstadın İnebolu’daki vekilidir. Bediüzzaman denilen o muazzam dağdan devasa bir parçadır. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle gelene geçene, kaçana göçene Üstadı anlatır. İnebolu’lu olup da rahlesinden geçmeyen yok gibidir. Evi ocaktır, Nur Talebeleri orada pişer. Kalbi kuş yuvasıdır, Üstadın sesine ses verebileceğini, hizmet yükünü taşıyabileceğini, kendi ayakları üzerinde yürüyebileceğini, kendi başına uçabileceğini düşündüğü kişileri zamanı gelince Üstad’a doğru uçurur. Herkes aynı kıvamda olmaz. Herkes birden olgunlaşmaz. Onun için Risale-i Nur’u ve Üstadı ne kadar anlatsa da tam anlayamayabileceğini veya nazlandığını düşündüğü kişileri bizzat kendisi Üstada götürür. Hasan Hilmi Kaba bunlardan biridir.
Hasan Hilmi Kaba 1903 yılında İnebolu’da doğar. Emsallerine göre nurlu kervana geç katılır. Demek vakti gelmemiş, deniz demini henüz bulmamıştır. Sen deniz ol, elbet bir gün dem tutacaktır. Öyledir, gaflet denilen o bedbin hâl bazen bir an, bazen bir dakika, bazen bir yıl, bazen de bir ömür sürer. Asr-ı Saadette de öyle olmamış mıdır? Bazıları turnikeye erken girmiş, bazıları sondan gelip öndekileri de geçmiştir. Bazıları ise Efendimiz’in (asm) denizler gibi bereketli sofrasına uğramadan göçüp gitmiştir.
Ahmet Nazif’in sofrası denizler gibi bereketlidir. Suyu zemzemdir, Peygamberimizden (asm) gelir. Ekmeği Barla ekmeğidir, Bediüzzaman’dan gelir. Hasan Hilmi o sofraya çağrılır. Nazif, aşka susuz, imana aç Hasan’a Üstadı ve Risale-i Nur’u anlatır. 1959 yılında Hasan aşka kanar, imana doyar. Zamanı gelmiştir, artık Üstadı görmelidir. Nazif’in sesine ses verir. Hasan yalnız gitse kanadı düşecek, nefesi kesilecektir. Durduk yere susayacak, beklenmedik bir yerde acıkacak geri dönecektir. Ama Nazif gibi biri yanındayken dönüp bakılmaz arkaya. “Haydi, gidelim artık şu Üstada.”
DAĞLARDA BULURUM SENİ
Nazif kartal, Hasan şahin olur, Emirdağ yollarına düşerler. Tek kanatla hangi kuş uçar? Ezelde yazılmayan yol ebede nasıl çıkar? Mekke’de ahbaplığın olmasa Medine’ye hicret ederken nasıl bulunursun dostunu yanında? Bu yol Kastamonu’dan Emirdağ’daki Üstada çıkar. Şu yol Mekke’den Medine’ye çıkar. Yol dediğin ne ki? Ha o yol, ha bu yol. Asıl olan yoldaştır. Yoldaşın sağlamsa gün gelir menzile erilir. Hasan’ın yoldaşı sağlamdır. Nazif Reis dağdan da, denizden de anlar. Dağları, denizleri aşa aşa Emirdağ’a varırlar.
Üstad dağın böğründe menzilini kurmuştur. Yanık yüreklere serin bir liman olmuştur.
Hasanlar seher vakti Üstadın kapısına varırlar. Nazif’i görünce denizler dalgalanır, dağlar çalkalanır. Bir yanı deniz, bir yanı dağ olan Bediüzzaman’ın keyfine diyecek yoktur. Taa İnebolulardan Kahraman Nazif’i gelmiştir.
Üstadım, der Nazif, “bu kardeşimiz Hasan Hilmi Kaba.”
“Hoş geldin Hasan kardeşim, hoş geldin.”
Üstad iyice ihtiyarlamıştır. Vefatına az kalmıştır. Öyle olunca Risale-i Nur Üstad’dan vazifeyi devralmıştır. Üstadın da belirttiği gibi artık Bediüzzaman’a ihtiyaç kalmamıştır. Üstadın sesi kısılmalı, Risale-i Nur’un sesi sonuna kadar açılmalıdır.
Öyle de olur. Son günlerde Üstadın sesi azaldıkça azalır. Söyledikleri zor anlaşılır. O gün de öyledir. Üstad ihtiyarlık ve hastalıklar dolayısıyla sessiz ve yavaş yavaş konuşmaya başlar. Hasan, Üstadın sözlerini tam anlayamaz. “Allah verse de Üstadın sesi açılıp daha net duysam” diye içinden geçirir.
İlâhî Hasan! Hâlâ anlamadın mı! Sen İnebolu’dayken Üstad otuzbeş yıl önce burnunun dibindeki Kastamonu’dan sana haykırmış, duymamıştın. Yetmemiş bir de sesine Nazif’i katmış yine de duymamıştın, şimdi mi duyacaksın. Neyse, hiçbir şey için geç kalmış sayılmazsın. Şimdi Üstad sana bir güzellik daha yapacak, kerametini gösterecektir.
Birden Üstadın sesi açılır, yüksek ve anlaşır bir sesle konuşmaya başlar. “Seni otuz beş senelik talebeliğe kabul ediyorum.”
Hasan Hilmi panikler. “Eyvah! Kalbini oynatır mısın şimdi?”
Böyledir bu işler Hasan Hilmi… Sen bu işlere sonradan girdin, belki bilmezsin. Erenlerin yanında dilini tutman yetmez, kalbini de tutmayı bileceksin. Bak Üstad bütün yaramazlıklarına rağmen ilk günkü çağrısının heyecanıyla seni talebeliğe kabul etti. Otuzbeş yıllık talebeliğin mükâfatını bir günde verdi.
Titre ve kendine dön Hasan Hilmi. Hazer et, batmaktan, yıkılmaktan kork. Onbeş yıllık dostluk bazen önemsiz gördüğün bir olaydan sonra birden yıkılıverir. Üstad sana vefalı davrandı Hasan. Sen de öyle davran.
Hasan Üstadla görüştükten sonra kilometreyi sıfırlar. O günün safiyetiyle, vefa ve sadâkatle otuzbeş yılın üzerine yirmidört yıl daha ekler. 1983 yılında dünyadan yiyeceği ekmek, içeceği su tükenir. Bereketli ömrü sona erer. Üstadın çağrısına kulak verip sofrasına göç eder. Allah rahmet etsin.