"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir sahabenin kabrinde oturup ağladım

Mustafa ORAL
07 Şubat 2018, Çarşamba
Ölümü bilmeyen hayatı da bilemez. Ölülerin diline eremeyen dirilerle geçinemez. Ölümün dilini bilenler keşfelkuburdur.

Erenliğe ilk adım kabrin dilini öğrenmekle atılır. Ulular, ölümün de kıymetini bilirdi. Sırlarını çözmek için sık sık kabristana giderdi. Efendimiz de (asm) böyleydi. Her Cuma Uhud Şehitleri’ni ziyaret eder, hatıraları tazelerdi. Hz. Peygamberimiz (asm) ve sahabeler hayattan çekilince hayat çekilmez olmuştu. Hz. Ali de dost sîneler arıyordu. Canlıda bulamayınca ölülere sığınıyor, kendini kabristana vuruyordu. Niye böyle yapıyorsun? denilince “Ne söylersem dinliyorlar. Arkamdan da konuşmuyorlar” diyordu.

Bediüzzaman da dedesi Hz. Ali’ye çekmişti. Aynı dertten mustaripti. Merdümgiriz (yalnızlık) hastalığına tutulmuştu. Ölmeden önce ölmenin sırrına ermişti. Yaşayanlardan çok ölülerle ilgiliydi. Herkes yaşayanlardan medet umarken o  tasarrufu devam eden bir ölüye, Geylani’ye gönül vermişti. Bunun için kabirler uğrak yerleriydi. Kabirdekilerle otura kalka dillerini öğrenmişti. Bir zaman Kubbe-i Hasiye Türbesi’ni menzil edinmişti. Kendisi mevtaları evleri olan kabirlerinde, onlar da onu tahta kulübeciğinde ziyaret ederdi. 

Son yıllarda sahabe ruhu hayatımızdan çekildi. Daha celâlliyiz, daha çok kırıyoruz, kırılıyoruz. Bunlardan rahatsız olduğumdan mıdır ben de bazen içime çekiliyorum. Kabristana gidiyor, ölüm sessizliğinde hayatı sorguluyorum. Hayatım sinema perdesi oluyor, gözlerimin önünden geçiyor. Ekranda görünüp, kaybolan o kadar çok yüz var ki. Kabir perdeyi çekince aynaların hükmü kalmıyor. Oyun bitiyor, sahne kapanıyor. İnsandan dünyaya bir kabir kalıyor.

Geçmiş devasa kabir. Bedenim kabirtaşı oluyor, kalbim hatıralarla karınca gibi üzerinde geziyor. Kabirtaşını kalple hayatlandırmak gerekiyor. Bazıları ölmeden önce ölüyor, kabirtaşını başında taşıyor. Öyle güzel yaşıyorlar ki kalblerini kabirtaşı yapasım geliyor. Ben şimdi böyle ruhların mesken tuttuğu Denizli (İlbadi) Kabristanı’ndayım. 

1944 yılında Bediüzzaman dokuz ay Denizli hapsinde kalır. Bazen kan, bazen de toprak çeker. Bir gün toprağın canı Bediüzzaman çeker. Dünya ondan hevesini aldı, sıra bende, der. Üstad toprağa düştü düşecekken Hafız Ali devreye girer. Değil mi ki onun kanı da, canı da Bedüzzaman çeker. “Üstadımın daha yapacak çok şeyi var;  onu alma, beni al,” der. Toprak gönülsüzce teklifi kabul eder, Hafız, Üstad yerine şehiden vefat eder, İlbadi Kabristanı’nı süsler. Nur Talebeleri asrın Uhud Sahabeleridir. Bedi- üzzaman vefalı adamdır. Hapisten çıkar çıkmaz Hafız’ın kabrine koşar. Kur’ân’lar okur, hazin hazin duâlar eder. Gözyaşları içinde kabir tahtasına kalbini yazar. “Mahkeme-i Küb- ra-yı Haşirde Risâle-i Nur Talebelerinin bayraktarı şehid-i merhum Hafız Ali rahmetullahi aleyhi ebeden daimen…” Elini semaya kaldırır. “Bu şehid bir yıldızdır” der.  

Hafızın sahabe ruhundaki izlerini takip ederek kabristanın derinliklerine dalar. İkiyüz metre kadar ilerledikten sonra durur. Yanındakilere seslenir. “Burası sahabe kabridir.” Evet, orada bir Sahabe Efendimiz eşi ve iki evlâdıyla yan yana yatmaktadır. İlginçtir ki o güne kadar burada onların varlığından kimsenin haberi yoktur. 

Üstad Denizli’den sürgün edilmeden önce son defa kabristana uğrar. Bu sefer yanında istikbalin Hafız Ali’si Hasan Feyzi vardır. Hafızın yanından ayrıldıktan sonra Sahabe kabrine doğru yürür. Birkaç fıstık ağacının altında soluklanır. Duâlara durur. Feyzi işte benim kabrim burası olmalı, diye içinden geçirir.   

Feyzi’nin kanı Üstadı çeker. Hasretten kıvranır. Onbeş günde bir rüyalarına Efendimiz (asm) kadem bassa da, gelene geçene ağlaya ağlaya O’nu (asm) ve Üstadı anlatsa da Üstad Denizli’den gittikten sonra dünya Hasan’a zindan olur. “Çekilip nuru hidayet yine zindan olacak,” diye diye hasret yüklü şiirler yazar. Bir gün yine toprağın Üstadın canını çektiğini hisseder. Menkıbelerini anlata anlata bitiremediği Hafız Ali’ye özenir. Toprağa seslenir. “Üstadımın yerine beni al.” Toprak mahzun, kabul eder. Hafızdan sonra Hasan da İlbadi toprağına düşer. Su çatlağını bulur. Meleklerin coşkun alkışları altında Üstadın duâlara durduğu yere uzanır. Şen olasın İlbadı! Barla Kabristanını yakalamaya az kaldı!  

Son aylarda sık sık kabristanına gidiyorum. Hafız ve Feyzi’ye uğradıktan sonra sahabe kabrinde demirliyorum. Sahabenin Denizli’ye niçin ve ne zaman geldiği tam bilinmiyor. Denizli üç kez kaybedildikten sonra İslâm beldesi olmuş. Belki fetihlerden birine katılmıştır. Sahabe arasında çıkan fit- neden uzaklaşıp İslâm’ı yaymak için gelmiş de olabilir. Her ne olursa olsun bu şehri diriltmiş, hayat vermiş. Bu gün dünyanın birçok yerinden ziyaretçisi var. Ne yazık ki Denizli’lilerin çoğu böyle birinin varlığından habersiz şekilde uçsuz bucaksız uykularda uyuyor.  

Buraya gelince dilim çözülüyor, onunla dertleşiyorum.  “Kalpler kırılıyor, kardeş kanı akıyor, insanlar bir dilim ekmeğe muhtaç halde hayata tutunmaya çalışıyor, dünyanın dört bir yanında çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar, masumlar Hafız Alilerin zindanlarından daha ağır zindanlara konu- luyor, kimse umursamıyor, koca şehir, koca dünya uyuyor...” O an kabir dile geliyor: “Ben Mekke’de fitnelerin çoğaldığı, suların bulandığı, kardeşkanının akmaya yüz tuttuğu bir zamanda kirlenmekten korktum. Nam-ı Celil-i Muhammedi’yi (asm) yaymak için buraya geldim. Efendimizin (asm) Mekke’deki yalnızlığını burada yaşadım. İnsanların ne söylediklerine, ne düşündüklerine takılmadan Rabbimi anlattım. Biliyordum ki ben tohum olursam bir gün yeşerecek. Bu nesil unutsa da toprak unutmayacak. Bir gün sahabe ruhuna lâyık birileri gelecek, beni topraktan çıkaracak. Bizim gibi yaşamaya çalışan Hafız’ın kabir taşına adını kazıdığı gibi, bizim sevgimizi de kalplere kazıyacak. Üzülme, attığın tohumlar yeşerecek. Bu gün olmasa da bir gün herkes anlayacak. Bediüzzaman gibi birisi imdada yetişecek. Kabir taşına kalbiyle “ben senden razı oldum” yazacak. 

Unutma kabre yazılan unutulur da, kalbe yazılan unutulmaz. Kalbe yazılan da kabre yazılan da seni anlayacak nesiller yetiştirecek. Kabrime duâ için gelindiği gibi seninkine de gelinecek. Bazen kazanırsın, bazen kaybedersin. Asıl olan son kazanan olmaktır. Bu şehir üç kez kaybedildikten sonra fethedildi. Geçmişi üç yenilgiye say, dördüncü fethe hazırlan. Ümitvar ol, “şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmiyet’in olacaktır.”

Okunma Sayısı: 5599
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Şecaat

    7.2.2018 18:49:37

    Sağol hocam, yüreğine kalemine sağlık.

  • eyup demirci

    7.2.2018 14:16:23

    Allah razi olsun kardesim guzel bir yazi olmus yine. Yuregine saglik.

  • Sabahattin Boyacı

    7.2.2018 00:31:02

    Evet Bediüzzaman ve hizmeti elbet bir gün, güneş gibi gündüz gibi anlaşılacak. Şüphesiz. Ama kim görecek Allah bilir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı