"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Denizli’de bir kandil: Ali Rıza Muhlis

Mustafa ORAL
15 Ağustos 2018, Çarşamba
Ali Rıza Muhlis 1927 yılında Denizli’de dünyaya gelir. Asıl soyadı Kıroğlu’dur. Mütevazı, dürüst ve ihlâslı bir kişiliğe sahip olduğundan arkadaşlarının ısrarıyla Muhlis soyadını alır.

Dindar bir ailede yetişen Muhlis, dönemin manevî önderlerine ilgi duyar. İlerleyen yıllarda İttihat Gazetesi ve Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Dergisi’nin Denizli temsilciliğini yapar.

17 yaşındayken o günlerde Denizli Hapsi’nde bulunan Bediüzzaman ismini işitir. Mahkemeye gidip gelirken Üstad ve talebelerini görür. Bu kişilerin kim olduğunu anlayamaz. Etrafındakilere sorsa da ülkede korku imparatorluğu hâkim olduğundan kimse gerçek kimliklerini söyleyemez. Üstad hapisten çıktıktan sonra Ahmet Ağa Hanı’nda görür. Fakat konuşma fırsatı bulamaz. Her ne kadar hatıralarda Üstadı Denizli’de bir kez gördüğünü söylese de, damadı Halil Bey’in belirttiğine göre durum öyle değildir. Muhlis vefatından beş yıl önce bir sırrını paylaşır. Nefsine pay çıkarmaktan endişe ettiği için yetmiş yıldır gizlediği bir hadiseyi anlatır. Hamiyetli bir karaktere sahip Muhlis Kur’ân öğrenmenin yasak olduğu dönemlerde ilgi duyanlara gizlice evinde ve bağında Kur’ân öğretir. Üstad bunu öğrenince Muhlis’i ziyaret eder. Orada bulunanlara duâ eder. Bu işler böyledir; Üstadı ziyaret eden çoktur da, Üstadın ziyaret ettiği azdır.

HASAN FEYZİ’NİN GÖZYAŞLARI  

Nur halkasına dâhil olan Muhlis, zamanla Yakup Cemal gibi nurun kahramanlarıyla tanışarak hizmete sahip çıkar. Denizli’de ilk dershaneyi açarlar. Bu vesileyle Nur’un birçok seçkin portresini yakından tanıma fırsatı elde eder. Ahmet Feyzi Efendi’nin sohbetinden, Hafız Mustafa Kocayaka’nın cömertliğinden çok etkilenir. İlerleyen yıllarda altı ay Hulusi Yahyagil’in derslerine katılma bahtiyarlığına erer. Bu arı duru insanlardan edindiği bal kıvamındaki feyzi etrafındakilerle paylaşır. Hemen her gece gâh evlerde, gâh dershanede ders yaparak birçok kişinin Nurlar’la buluşmasına, Kur’ân’la tanışmasına vesile olur.

Bediüzzaman’dan sonra kalbini en çok heyecanlandıran kişi Denizli’deki nuranî halkanın imamesi Hasan Feyzi Yüreğil’dir. Onun Dört Çeşme Camii’ndeki vaazlarını gözyaşları içinde dinler. Aşkla Feyzi’nin gölgesinde dünyayı tenezzüh eder.

1952 yılında yolu İstanbul’a düşer. Her şeyden habersiz Adliyenin önünde beklerken birden önünde bir taksi durur. İçinden Üstad ve talebeleri çıkar. Gençlik Rehberi mahkemesi için gelmişlerdir. Küçük bir şaşkınlıktan sonra peşlerinden koşsa da artık çok geçtir. Zira duruşma salonu lebaleb dolmuştur. Üstadın Akşehir Palas Oteli’nde kaldığını öğrenince otele gider. Emniyet ziyareti engellemiştir. Rica, minnet polisleri aşarak kapısına dayanır. Ne var ki bu sefer Üstadın hizmetkârları kapıdadır. Üstadın yorgun olduğundan ziyaretçi kabul etmediğini söylerler. Muhlis çaresiz, eşikten geri döner.

1956 yılında Denizlili Nur Talebeleriyle minibüse dolup Isparta’da Üstadın kapısını çalarlar. İhtiyar ve yorgun Bediüzzaman ders yaptırır. Onlar Üstadla ahiret menzillerinde dolaşadursunlar Üstad’a gittikleri bilgisi emniyete çoktan ulaşmıştır. Tutuklanmaları için Çardak Kaymakamlığına emir verilmiştir. Kaymakam Muhlis’i şahsen tanıyan vatansever biridir. Tutuklama emrini uygulamaz. Yıllar sonra Muhlis’i ziyaret ettiğinde tutuklamadan haberdar eder.

Muhlis daima hizmetin içinde olduğundan takip altındadır. Dükkânında Risale sattığı, evinde Risale bulundurduğu ve Nur derslerine gittiği halde baskınlarda bir defa olsun Risale bulunamaz. Denizli’de hizmetin içindekilerin hepsi hapse düştüğü halde o istisna tutulur. Muhlis’e göre bunun gerekçesi âcize hanımının çocuklarına bakamayacak durumda olmasıdır.

Bir ara cenaze imamlığı yapar. Bazıları “Sen dinsizin, imansızın namazını da kıldırıyorsun. Nasıl cevap vereceksin Allah’a!” diyerek suçlama yollu itiraz ederler. O da konuyu Üstada yazar. Vazifeden ayrılmak istiyorum, bu baskıya dayanamayacağım, diyerek izin ister. Üstadın cevabı gecikmez. Mektubu Tahiri Mutlu getirir: “Ali kardeşimiz, vazifene devam et, hiç korkma. Mübarek olsun.”

SON BAKIŞ

1958’den sonra ülke türbülansa girer. 1960 darbesinin alt yapısını oluşturmaya yönelik fitneler çıkartılır. Bediüzzaman ve talebelerine yönelik olumsuz algı oluşturulmaya çalışılır. Ankara Nur Talebeleri Anadolu’ya mektuplar yazarak, bu algının izalesi için çalışılmasını isterler. Talep doğrultusunda Muhlis, Kazım Kayaalp, Hüseyin Tomaş ve Yakup Cemal ile Ankara yollarına düşerler. Akşam Ulus’taki dershanede yurdun dört bir tarafından gelenlerle buluşurlar. Üstad da katılmak istemesine rağmen Emniyet izin vermez. Muhlisler de Üstadı görmek için Emirdağ’a giderler. Üstadın avlusunda beklerken Üstad gayet vakarla aşağı iner. Muhlisler heyecanla etrafında hilâl şeklini alırlar. Üstad bir yıldız gibi ortada kalır. Yıldızın eteğine tutunurlar, ellerini öperler. Güneşi, hilâli, yıldızı gökyüzünden kim kovabilir, kim korkutabilir. Üstad da öyle söyler. “Kardeşlerim korkmayınız. Küfrün bel kemiği kırılmıştır. Müsbet hareket ediniz, çalışınız, hiç korkmayın.”

Bu sözlerle Üstada veda ederler. İki ay sonra, yıldız söner, ahirete göç eder. Hilâlin ortasında kocaman bir boşluk, Muhlis’in kalbinde derin bir yara açılır. Parası olmadığından cenazeye katılamaz. Katıldığı yönünde ihbar yapılınca sorgulanır. Muhlis doğru bildiği yolda sözünü dudaktan, gözünü budaktan sakınmaz. ‘Sen de Bediüzzaman’ın cenazesine katılmışsın!” şeklindeki suçlamaya gayet kahramanca cevap verir. ‘Param olmadığı için gidemedim.” Bu cevap Polisi çileden çıkarır. Bu sefer şapka giymemesine takar. “Şapka giymezsen sakalını yolarım!” Muhlis tehditlere boyun eğmez. Ne o şapkayı giyer, ne de sakalını kestirir.

MEMURLUKTAN İHRAÇ, HİZMETE İTHAL 

27 Mayıs ihtilâlinden sonra Nurcu olduğu gerekçesiyle memurluktan ihraç edilince kitapçılık yapar. Bu vesileyle ilim ve kültür hayatının içinde daha fazla bulunur. Gençlere millî ve manevî değerlerimizi anlatır. Osmanlıca ve Kur’ân dersleri verir. Bu güzellikleri gördükten sonra ihraç üzüntüsü şükre dönüşür.

Geniş bir kültüre sahip Muhlis olaylara Risale perspektifinden bakarak isabetli yorumlar yapar. İlmî yönü gibi manevî yönü de güçlüdür. Hadiselerin perde arkasını görmekte mahirdir. Yıllar önce Ahmet isimli oğlunu o gün çok düşünür. Hayali gözünün önüne gelip durur. Az sonra polis kapısını tıklatır. Ahmet’in babası sen misin?, dediklerinde Muhlis’in ilk sözü “yoksa vefat mı etti?” olur. Gerçekten Ahmet’i trafik kazasında vefat etmiştir. Cenazesini yıkayıp kaldırır. Bir zaman sonra da rüyasında Ahmet’ini Efendimizle (asm) görür. Bu hadiseden yaklaşık kırk yıl sonra 15 Temmuz 2016 tarihinde ruhunu sıkacak hadiseler gerçekleşir. O gün hasta falan değildir. Muhlis hadiselerin akıbetini hissetmiş olmalı ki, akacak kardeş kanını hazmedemeyerek fenalaşır. Bir gün sonra da ruhunun ufkuna hicret eder. Asrî Mezarlıkta Nurun kahramanları Hesna Şener ve Mustafa Kocayaka’ya komşu olur.

*Ağabeyler Anlatıyor. (Ömer Özcan)

Okunma Sayısı: 2810
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp

    15.8.2018 11:19:19

    Değerli kardeşim Mustafa bey, gökteki yıldızlara bedel yerdeki yıldızlardan olan Üstad'ın talebelerini bizlere tanıttığın bu yazılarında dolayı sana teşekkür ediyor, eline ve yüreğine sağlık diyoruz. Denizli ne talihli bir şehirmiş ki, hem Bediüzzaman'ı misafir etmiş, hem halis muhlis talebelerini bağrında barındırıyor. Dün tek parti tek adam devrinde "Nurcu" oldukları gerekçesiyle "ihraç" olunanlar bugün, daha vahim bir gerekçe ile aynı akıbeti yaşıyorlar:"Terörist!" Allah (cc) akıl, fikir, iz'an, insaf versin diye dua etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. İşin bir başka vahim tarafı da bu vicdan ve akıl dışı ithama kitlelerin inanmış olmalardır. Cefa ile vefanın iç içe geçtiği, birisinin diğeriyle sınandığı, "aldatmakla iş görenlerin" hâkim olduğu zorlu bir süreçten geçiyoruz. Hak ve hakikat üzerinde hakkaniyetle hareket edenlere, "hakkın hatırını âli tutanlara", verdikleri derse sadık kalanlara ne mutlu! Muhabbetle.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı