Eskiden “arkadaş” deyince her daim bize arka çıkan, cenazemizde ağlayan, düğünümüzde oynayan candaş akla gelirdi.
Sonra insan denilen o güzide varlık bozuldu. Arkadaş ve candaş gitti, yandaş geldi. Yandaş dediğin bu gün senin, yarın başkasının yanında. Şimdilerde modern hayatın açmazlarında yalnızlaştıkça yalnızlaşıyoruz. Sıkıntılarımızı paylaşacağımız paydaş, canımıza can katacak candaş, sırlarımızı açıklayacağımız sırdaş arıyoruz. Bulamayınca, yığınla para verip psikolog başı ağrıtıyoruz. Bu işte para var, diyen arkadaş facebook diye bir sayfa açmış. Çıkmaz sokaklara sözde duvarlar kurmuş. Yalnızlığımızı paylaştırmaya çalışmış. Arkasından twitter, instigram gelmiş. Şimdi ‘arkadaş’ deyince facebook akla geliyor. Duyulmak, görünmek, okunmak, beğenilmek için arkadaşlar ekliyoruz. Biri bizi beğenmeyince biz de onu “beğen”miyoruz, arkadaşlıktan çıkarıyoruz. Gerçek şu ki, arkadaşlık hiç bu kadar zor, arkadaş eklemek ve çıkarmak hiç bu kadar kolay olmadı.
Efendimiz (asm) dünyaya gözlerini açtığında babası yoktu. Altı yaşına erdiğinde anneciği babasının yanına gitti. Zamanla yalnızlığı daha da derinleşti. Tefekkür etmek için Hira Mağarası’na gitti. Rabbiyle baş başa günler geçirdi. O günlerde Kur’ân kalbine indi.
Gökyüzünü sayfasına indirdi. Kâinata semavî hakikatleri gösterdi. Akabinde varlıkları arkadaş olarak eklemeye başladı. Zamanla sahabe denilen dostlar, arkadaşlar edindi. ‘Sahabe’ ashap (sahip) demektir. Hz. Muhammed (asm) ve sahabeler birbirinin sahipleri oldular. Sonsuz bir arkadaşlık kurdular.
O (asm) herkesi kendi Hira’sını kurmaya çağırdı. Her sahabe kendi Hira’sında paylaşımda bulundu. O (asm) hepsini ‘beğen’di. Hiçbir sahabeyi arkadaşlıktan çıkarmadı. Kimseyi engellemedi. Ekleyen herkesi kabul etti. “Allah’tan başka dost edinecek olsaydım Ebubekir’i seçerdim,” diyen Efendimizi (asm) ilk önce Hz. Ebubekir (ra) sahiplendi. O (ra) hep ve sadece O’nu (asm) takip etti.
Aradan 1400 yıl geçti. Bediüzzaman sahabe ruhunu yaşamak ve yaşatmak için kuş uçmaz, kervan geçmez, Barla’ya geldi. İnsanla, kâinatla yüzleşti, halleşti. Aziz, sıddık, fedakâr arkadaşlarının sahabeyi hatırlatan kalblerine ve yüzlerine baka baka Nur Risalelerini telif etti. Arkadaşlarından en dikkat çekeni çağın Ebubekir’i (ra) Süleyman Kervancı idi. Hz. Ebubekir (asm), Efendimizin (asm) her şeyini beğendiği gibi, o da Üstadı beğendi. Hz. Ebubekir (ra) herşeyini Efendimiz (asm) için terk ettiği gibi Süleyman da Üstadı için feda etti. Böylece “sıddık” unvanını elde etti. Dün sohbet halkasına Ebubekirler, Ömerler, o gün Nur kervanına Süleyman Kervancılar, Mübarek Süleymanlar katıldı. Bu gün tarih Asr-ı Saadet ve Barla Sıddıklarını hayırla anıyor. Barla Sıddıkları olmasaydı Nur kervanı bu günlere ulaşamazdı.
Nur sohbetleri dünya zindanında “görüş günü”dür.
Sahabenin bir saati velilerin bir günü gibidir. Sahabe hayatının yaşandığı Nur sohbetleri velilerin bir gününe denk gelebilir. Kim bu kârlı ticareti reddedebilir? Sahabe ümmetin hasenatından hissedardır. Bir zaman Sultan herkesten havuza bir kova süt dökmesini ister. O gece herkes “ben bir kova su döksem arada kaynar.” diyerek su döker. Sabah olduğunda bakarlar ki havuz tamamen sudur. Risale sohbetleri rahmet deryasından akan sütlerdir. Sen gelmediğinde o kevser havuzundan bir kova süt eksik olacak. Derse gelen felekler, melekler, nuraniler, ruhaniler mahzun olacak. Sahabeler hissesini alamayacak. Senin derse gelmen kelebek etkisi yapıyor. Aşk ve şevk veriyor. İhlâs, uhuvvet ve muhabbete sevk ediyor. Sen gelmediğinde herkes zarar ediyor. Sahabenin anıldığı Nur sohbetleri orman ve yağmur gibidir. Her ağaç bir damla yağmurdur. Ağaç ne kadar çoksa yağmur da o kadar çok yağar. Yağmur ne kadar çok ise ağaçlar o kadar çok olur. Sohbete ne kadar çok insan katılırsa rahmet o kadar çok olur.
Sahabeler gösterdikleri fedakârlık, gayret, ihlâs ve dostluk ile Kur’ân, Zebur, Tevrat ve İncil’in en çok da Efendimizin (asm) övgüsüne mazhar oldular. Sen sahabenin yaşandığı Nur derslerine geldiğinde Rabbimiz, Habibi (asm), melekler, felekler, ruhaniler, enbiya, sahabe, evliya ve asfiyanın övgüsüne mazhar oluyorsun. Yetmez mi bu güzellik?
“Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız yolunuzu bulursunuz” demiş Efendimiz (asm). Demek ashab ve dost dediğin yıldız gibi olmalı. Kuşlar yollarını yıldızlara bakarak bulur. Yere değil, göğe bakmalı; semavî olana odaklanmalı. Ashab semaviydi. Yıldızlar gibiydi. Risale sahabenin semasından gelir. Nur sohbetlerinde sahabeyi hatırlatan semavî dostluklar kurulur. Onlarla hak yol bulunur. Nur dersleri bizi göklere, semaya dâvet eder. Odayı aydınlatan yıldız sahabe nurudur. Herkesin bir hikâyesi olduğu gibi bir de sahabesi vardır. Risale sohbetine gelen yanında en sevdiği sahabeyi de getirir. Sen gelmediğinde o nuranî semada bir yıldız eksik, bu sema ahenksiz olacak.
O gün sadece yaşayanları değil, başta ahirete intikal eden Nur Talebeleri olmak üzere evliya, sahabe ve enbiyalarla görüşme saatidir. Hangimiz sahabeye verdiği randevuya gitmez. Hangimiz sahabeyi yaşatmaya çalışan bir arkadaşın sohbet dâvetine icabet etmez.
Bazen dostluklar sıkıntılı bir sürece girebilir. Üzülme. Sahabe döneminde de ufak tefek olmuş. Fakat affederek arkadaşlık tazelemişler. Küsüp derse gitmemekle arkadaşlığı biraz daha zedeliyorsun, etme…
Seni dünyaya çağıran arkadaşların var. Hâlbuki en büyük veliler sahabe derecesine çıkamadığı gibi dünyanın sultanlığına çağıran dostun da seni Rabbine kulluğa çağıran dostunun yerini tutamaz.
Peygamberimiz (asm) kırk sahabeyle kırk devlete meydan okumuş. Bu gün insanlığın bu kadar acı çekmesi, kırk kişilik düşmanın kırk İslâm devletine meydan okuması Asr-ı Saadetteki muhabbet, sadâkat ve güvene dayalı dostluğu hayatımıza taşıyamamaktan kaynaklanıyor. Sen derse gelmedikçe arkadaşının sana duyduğu muhabbet, sadâkat ve güven sarsılıyor. Farkında mısın? Evet, bu gün her zamankinden daha çok Hira ve Barla’ya ihtiyaç var. Bizim Hira’mız ve Barla’mız Risalelerin okunduğu Nur sohbetleridir. Ebubekir’imiz, Süleyman’ımız ders arkadaşlarımızdır. Face ve twitter’daki dostluklar kabir kapısına kadardır. Kabre girdiğinde seni “beğen”ecek, duâlarına âmin diyecek arkadaşa ihtiyacın var.
Haberin var mı?