"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dudaklarında zemzem tadıyla ölüme gitmek

Mustafa ORAL
12 Eylül 2018, Çarşamba
Dostlarına tek tek veda eder.

 Üstadıma ve Sevgilime (asm) gidiyorum, der gibidir. Vedalar bitince son dersi yapmak için damadı Recep Uysal’ın evine gider. Oturur. Soluklanır. Bir ara dalgın dalgın tavanda bir noktaya bakar. Ruhu kervan kervan gözlerinden ufuklara akar. Torunu durumu fark eder. Bir koşuda zemzemi getirip Salih’in dudaklarına yetiştirir. Bir yudum içer. Gülümser. Azrail, ölüm vakti en çok sevdiği insan suretinde gelir. Susuzluğunu gidermek için zemzemi gönderen Rabbi, ihtimal ki Ravza’dan Sevgiliyi (asm), Üstadı ve Gülcü’yü Salih’i almaya göndermiştir. Emaneti teslim eder. Avara Kabristanı’na yatar.

Salih Uğurtan 1905 yılında İnebolu’da dünyaya gelir. Kurtuluş Savaşı’nda Salih de Nazif Çelebi ile cephanelerin limandan Anadolu içlerine nakledilmesine yardım eder. Cumhuriyet kurulmuştur, ama bu sefer başka sıkıntılar çıkar. Gülcü Hüseyin, Ziya Dilek gibi üç-dört arkadaşıyla eski kitapları okumaya başlarlar. Ahirzaman alâmetlerinin gerçekleştiğini, Deccal ve Mehdi’nin çıkmasının an meselesi olduğunu düşünürler. Mehdi ordusuna hazırlık yaparlar. Kocaman kılıçlar yaptırırlar. 

O günlerde Salih bir rüya görür. Odada yatarken pencereden birisi mektup uzatır. Oku, der. Alıp, bakar. ‘Esselâmü aleyküm. Bismihi Sübhânehu.’ Gerisi Arapçadır. Ben Arapça bilmem, der. Oku, diye ısrar eder. Karşısındaki biraz ciddileşir. Okumasını emreder. Salih heyecanlanmaya, telâşlanmaya başlar. O halde yataktan fırlar. Rüya tabiriyle meşhur Şeyh Yunus’a gider. Şeyh hayretler içerisinde dinler. “Sana müjde! Yakında bütün dünyayı mânen idare eden birisinin elini öpeceksin.” 

O sıralarda bir söylenti yayılır. Kastamonu’ya bir Hoca gelmiştir. Çeşitli işkencelere maruz bırakılmaktadır. Bahsedilen zatın Bediüzzaman olduğunu anlar. Kastamonu’ya gider. Üstadla talebeleri arasında köprü vazifesi gören Çaycı Emin’i bulur. Çaycı Emin evi tarif eder. “Kapısına bak. İp dışarı sarkıtılmışsa gir, yoksa yoluna devam et.” Salih büyük bir heyecanla kapıya varır. İp dışarı sarkıktır. Dünyalar Salih’in olur. Üç günlük dünyanın ipini çeker, Üstadın dünyasına girer. Ev Allah’a emanet, çöktü çökecek. Salih aşktan çöktü çökecek. Merdivenleri adımlarken üstündeki dünya yükü azaldıkça azalır. Saniyeler içinde Üstadın kaldığı odanın kapısındadır. Kapıyı çalar. Üstadın kalbini çalmanın zamanıdır. Üstadın zikri andıran sesi duyulur. “Buyurun.” Üstadım. Salih’in canı feda olsun sana. İçeri girer. Elleri tir tir titremektedir. Canı çıktı çıkacaktır. Üstad tesbihat yapmaktadır. Oda küçüktür. Selâm verir. Üstad hemen ayağa kalkar. “Aleykümselâm.” Yanına yaklaşır. Üstad beyazlar içinde bir evliya gibidir. Hünkâr sarığı gibi bir sarık sarmıştır. Sarığıyla “pek heybetli” durmaktadır. Celâllendiği zamanlar bunu giyer. 

Bir ara İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya da böyle bir resim gönderir, subliman mesaj verir: Ayağını denk al.

 Salih yüzüne bakmaya cesaret edemez. Üstad şefkatle kollarını açar, kucaklar. Mis gibi kokmaktadır. Salih sigara tiryakisidir. Kokusunun Üstadı rahatsız etmesinden çekinir. Üstadsa Salih’ine sarıldıkça sarılır. Minderi gösterir. “Otur kardeşim. Bu hafta iki casus geldi. Bundan dolayı kimseyi kabul etmedim.” İnebolu’dan haberleri sorduktan sonra sıra kendisine gelir. “Yazı yazmayı bilir misin?” “Bilirim Üstadım.” “Burayı nereden, kimden öğrendin?” “Ziya’dan.” “Aferin, Ziya iyidir. Hiç Risale okudun mu?” “Evet, Ziya Âyet’ül- Kübra’yı verdi. Şimdi onu yazıyorum.” “Neresine kadar geldin?” “Yarısına kadar geldim.” Üstad gülümser. “Yazmaya devam et.” Bir kitap verir. “Oku.” Heyecandan bir türlü okuyamaz. Üstad karyolaya oturur. Salih’le Risale tashihine başlar. Salih bir ara başını kaldırıp Üstada bakar. Bir baba gibi şefkatli görünür gözüne.  

Üstad sık sık kırlara çıkar. Tefekkür ve tashihle meşgul olur. Bir gün Salih de katılır. Üstad çok hızlı şekilde sayfaları çevirerek hataları düzeltip geçer. Salih’e döner. “Kardeşim benim iki yardımcım vardı, şimdi birisi yok. Telâffuzum da fazla iyi değil, ne söylediğimi pek anlamazsın!” Salih, II. Dünya Savaşı’nın alevlendiği günlerde Üstadı ziyaret eder. Dindar kesim bile savaşın akıbetini öğrenmek için namazı bırakıp radyoya koşmaktadır. Üstad, kısa bir ders verir. “Bizim bu harp ile bir ilgimiz yoktur. Yalnız şöyle bir mesele var. Radyo dinleyeceğim diye tesbihatı terk ediyorlar. Bizim en büyük vazifemiz imanların kurtulmasına hizmet etmek, Risale-i Nurlar’ı yazmaktır.” Üstad yanındakileri tek tek gösterir. “Bu benim beş yıllık talebemdir. Şu üç yıllık talebemdir. Şu ise onbeş yıllık talebemdir.” diyerek iltifat eder. Salih “Ben uzun yıllardır Nurlar’la irtibatlıyım, ama Üstad’la yeni tanıştık” diye iç geçirir. O anda Üstad Salih’e döner. “Bu Salih de benim yirmibeş yıllık talebemdir.” Salih sevincinden uçacak gibi olur. 

Salih her geçen gün biraz daha hizmete bağlanır. İnebolu Kahramanlarıyla sabahlara kadar Risale yazarlar, çoğaltırlar. Çoğu günlük ekmeğini bile çıkarmakta zorlanan insanlardır. Mırmır ailesi gibi ailecek hizmet edenler vardır. İş sahibi olanlar da çoğu kere uyumadan işe gider. Elleri tuttuğu kadar yazarlar, dilleri döndüğü kadar Üstadı anlatırlar. 

DOST DOSTUYLA CENNETTE BULUŞACAKTIR  

Dost ölse de dosttan bağını kesmez. Gülcü Hüseyin, İbrahim Fakazlı ve Salih arasında ebedî dostluk vardır. Gülcü vefat edince rüyalarda buluşmaya başlarlar. Bir rüyada Gülcü Cennetin kapıcısı olmuştur. Bir başka rüyada Salih, İbrahim Fakazlı ile beraberdir. Geze geze geniş ve yüksek bir tepeye, bambaşka manzaralı bir âleme çıkarlar. Merak ve heyecan içinde dolaşırlarken Gülcü’yle karşılaşırlar. “Sizin yeriniz burası değil. Ama ben duâ ediyorum. İnşallah siz de buraya gelirsiniz” diyerek gözden kaybolur. 

17 Kasım 1989 tarihinde Salih için Gülcü’nün yanına gitme vakti gelmiştir. Nur’la dolu ömrü mühürlenecektir. İnsan nasıl yaşarsa öyle ölecektir. Salih o gün akşama kadar gençlere Nurlar’ı anlatır. Belki derse Üstad ve Gülcü de gelmiştir. ‘Gel artık, bitsin bu dünya gurbeti’ demişlerdir. Deniz feneri işaret vermiştir. Salih için ilâhiler söyleme vaktidir. Kefenini giyme, dostlara veda eyleme vaktidir. Akşam namazını kılar. Dostlarına tek tek veda eder. Üstadıma ve Sevgilime (asm) gidiyorum, der gibidir. Vedalar bitince son dersi yapmak için damadı Recep Uysal’ın evine gider. Oturur. Soluklanır. Bir ara dalgın dalgın tavanda bir noktaya bakar. Ruhu kervan kervan gözlerinden ufuklara akar. Torunu durumu fark eder. Bir koşuda zemzemi getirip Salih’in dudaklarına yetiştirir. Bir yudum içer. Gülümser. Azrail, ölüm vakti en çok sevdiği insan suretinde gelir. Susuzluğunu gidermek için zemzemi gönderen Rabbi, ihtimal ki Ravza’dan Sevgiliyi (asm), Üstadı ve Gülcü’yü Salih’i almaya göndermiştir. Emaneti teslim eder. Avara Kabristanı’na yatar.

 

Okunma Sayısı: 4239
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • çetin acar

    12.9.2018 18:00:33

    kısa yazınızla nur hizmetinin nasıl yapılması gerektiğini veciz bir şekilde anlatan yazınızdan önemli dersler aldım. herkesin, özellikle gençlerin okuması gereken yazı. allah razı olsun.

  • Gündüz Alp

    12.9.2018 11:46:03

    Değerli Mustafa Bey kardeşim, bizlere Nur Kahramanlarının hayatlarından ibretlik dersler sunan güzel bir yazınızı daha okuduk. Teşekkürler. Eline sağlık. "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz" Nebevi beyanını kendi hayat ve ölümleriyle onaylayan bu kahramanlara binler rahmet diyoruz. Temellük dâvâsına kapılmadan her nesi varsa "emanet" bilen "emin" insanlar; gözlerini dünyaya açtıklarında ağlasalar da, kapattıklarında gülümsemişler. Ölümü bile "Sevgiliye (asm) vuslat" bilen Hak Dostları ile onların dostları, vakti saati gelince, hiç tereddüt etmeden emaneti sahibine teslim ederler ve Hakka Yürürler. Keşke (demek hoş olmasa da) ibret alabilsek! Tam da şairin dediği gibi bir hayat: "Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi âlem/ Öyle bir hayat sür ki, mevtin sana hande olsun, âleme mâtem." Muhabbetle.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı