"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gönül yarası bu bendeki efendi

Mustafa ORAL
22 Şubat 2018, Perşembe
1936 yılıdır. Şark dağlarının kahramanı, Kurtuluş Savaşı gazisi, Barla Dağlarındaki Allah’ın sadık kulu Bediüzzaman Kastamonu’ya sürgün edilir.

O günlerde Karadeniz Dağları Sadık Demirelli’den (Efe Sadık) sorulur. Sadık başında fesi, sırtında cepkeni, omuzunda tüfeği, ayağında çizmesi, altında küheylanıyla dağları, yaylaları, şehirleri arşınlamaktadır. Gün gelecek yollar birleşecek, ruhlar birbirine geçecektir. Dağ dağa, ırmak denize kavuşacaktır. Dağda iki atlı, denizde iki gemi, yan yana akan iki ırmak Kastamonu Kalesi’nde buluşacaktır. 

Bediüzzaman’ın namı gün geçtikçe yayılır. Sesi dağları, yaylaları sarar. Hâlleri denizleri, ırmakları mayalar. Damlanın denize, kayanın dağa katılma vaktidir. Hilmi Bey harekete geçer. Sadık’ın yelesinden, yüreğinin en derin yerinden tutup, gönüller sultanı Bediüzzaman’a getirir. Sadık’ın ruhunda kahramanlık vardır. Kimsenin önün- de diz çökmemiştir. Onun olduğu yerde kimseye söz düşmemiştir. Ama artık diz çökme vaktidir. Bediüzzaman’ın sesinde engin denizlere açılma vaktidir. O ses dağlara, yaylalara, denizlere, şehirlere götürülmelidir. Sultan’ı gören Sadık bir gemi gibi yıkılır, bir dağ gibi sarsılır. Gözyaşları birbirine karışır. Ruhlar birbirine alışır. Üstadın ellerine kapanır. Dünyaya kalbini kapatır. 

1943 yılının Ramazan ayıdır. Bediüzzaman için Denizli’de sürgün verme zamanıdır. Dağlardan denizlere göç vardır. Bir şafak vakti Sadık’ın kapısı vurulur. Üç yıl önce Sadık’ın kalbinin kapısı vurulmuş, Bediüzzaman denilen o dağa vurulmuş, darmadağın olmuştur. İsteksizce açar: Kervan dizildi. Üstadına kavuşma vakti geldi. Denizli hapsine gidiyorsun…

Allah’tan gelene gelme denir mi? Üstad Sadık’ı duâ listesine, Medrese-i Yusufiye defterine kaydetmiş, gidilmez mi. Ya silerse ismini listeden, defterden; o zaman nerelere vursun kendini Sadık. Uzatır ellerini altın bileziklere. Altın bilezik dediysek basbayağı paslı kelepçe. Annesi arkasından bakakalır. “Anacığım kederlenme. Zindanda evliyanın yetmiş yılda kazandığı kazanılır.” Gemi kalkar, bir zaman sonra Denizli rıhtımında demirler. Masmavi iki deniz bu sefer zindanda buluşur. Sadık dağda düzeni sağladığı gibi zindanda da sükûneti sağlar. Sen işine bak Üstad, Risalelerini yaz, için rahat olsun, o iş Sadık’ta. 

Zindanda Nurlu günler başlar. Yunus gibi Üstad’ın otağına odun taşır. Ateşler yakar, dünya aydınlanır. Dün anacığının elinden çorba içen Sadık tencereyi ateşe, kendini tehlikeye sürer. Üstad’a çorbalar pişirir. Elinde kâse, çocuğunun peşinden koşan anne gibi Üstad’ın peşinden koşar. Dokuz ay dolar, zindan sona erer. Deniz ikiye yarılır; iki ırmak olur, biri Emirdağ’a, diğeri Kastamonu’ya akar. Aradan üç yıl geçer. Artık çorbanın tadı, kalbinin harı kaçmıştır. Üstad dağda, Emirdağ’da Sadık denizde, Kastamonu’da kalmıştır. Susadıkça susamıştır. Yandıkça yanmıştır. Irmağa dizgin, küheylana gem, efeye gam vurulur mu hiç… Ruhunu dizginleyemez, kalbine söz geçiremez, vurur kendini sevgilinin yollarına. Ankara’da İsmail Fakazlı ile karşılaşır. “Ben Hazret-i Üstad’ı ziyarete gideceğim.” İsmail dünden razıdır: Ben de geliyorum.

Yola koyulmak varmaktır. Yola koyulurlar. Gece ikide Emirdağ’a varırlar. Bu saatte Üstad rahatsız edilmemelidir. Ama gel de Sadık’ın aşk ve hasretle dolu kalbine anlat bunu. Otele yerleşirler. Sabahı zor ederler. Namazı camide kılmak için çıkarlar. Sabahçı kahvelerinden sesler gelmektedir. Bir evin önünden geçerken iniltiyi andıran hazin sesler işitirler. Birden bir bekçi belirir. “Burada durmayın, Şeyh Efendi zikrediyor.” O zaman anlarlar, bu ses zikirleriyle çağı dizinde uyutan Bediüzzaman’ındır. Paşazade Sadık kalbinden vurulmuşa döner. Dizlerinin bağı çözülür. Olduğu yerde kalakalır. Sadık Paşa’nın torunu, binbaşı Mehmet Ali Bey’in oğlu Efe Sadık’ın süngüsü düşer. Karadeniz dağlarını arşınlayan, adı bile yüreklere korku salan, bir meclise girdiğinde hürmetten dalga dalga ayağa kalkılan, kimsenin yanında yürümeye cesaret edemediği Sadık, Üstad’ın eşiğine varmadan sesine teslim olur. 

Bekçi haklıdır. Bu içli zikir bölünmemelidir. Bu ilâhî ahenk dizginlenmemelidir. Çaresiz otele dönerler. Güneşin yükselmesini beklerler. Az sonra kapı çalar. Açarlar. Güneşten bir parça aralıktan görünür. “Ben Ceylan Çalışkan. Üstad sizi bekliyor.” Aman ya Rabbi! Ortam sıkıntılı olduğu için Üstad’ı görmeye geldiklerini kimseye söylememişlerdir, ama Üstad hissetmiştir. Ziya Arun’a “Benim uzaklardan misafirlerim gelecek.” diyerek şilteleri bile temizletmiştir.

Ceylan’ın peşine takılırlar. Güneşin düştüğü gölge gibi Ceylan’ı takip ederler. Nihayet Üstad’ın eşiğine varırlar. Kapıyı çalarlar. Şeyh Şamil’i andıran, heybetli, gür bıyıklı, Kafkas kartalı misali, tığ gibi, ince bir endam içinde bir vakar ve ciddiyet abidesi Zübeyir Gündüzalp kapıyı açar. Efe Sadık, Üstad’dan sonra ancak bu genç karşısında titrer. 

Üstad misafirleri ayakta karşılar. Ilgaz Dağları’nın efesi çocuk gibi hüngür hüngür ağlamaya başlar. Ulvî bir hüzün odayı kaplar. Üstad da kendinden geçer. Üflensin neyler… Zaman durur. Üstad, Efe’nin omuzlarından tutar. “Bırak Kardaşım! Evlâdım Sadık Bey! Kalk kardeşim Sadık Bey, kalk! Bana hakkını helâl et. Sen bana Denizli Hapsi’nde dokuz ay çorba pişirdin.” Sadık Bey kendine gelir. Güneş görünmüş, karlar erimiş, dalgalar dinmiştir. Deniz gözlerinde gözyaşı bitmiştir. Ayağa kalkar. Kucaklaşırlar. Dağ dağa kavuşur. Ilgaz Dağları Emirdağ’la buluşur. Bu nasıl muhabbet ve samimiyet böyle ya Rabbi! Açılsın tarihin altın sayfaları, yazsın bu paha biçilmez anları.

İsmail bu tarihî manzarayı ağlayarak seyreder. Öyle bir cezbe ve istiğrak hali yaşarlar ki artık ayakta duracak halde değildirler. Üstad kendileri için temizlettiği şilteye buyur eder. Otururlar. İsmail’e döner. Sadık Bey’e işaret eder. “Bu kardeşim hapishanede dokuz ay benim çorbamı pişirdi. Bana çok hakkı geçti…” Sadık, İsmail’in gözünde ve gönlünde bir kat daha büyür. Mütevazı duruşuyla, gönüller sultanı olmak için dünya saltanatını terk eden İbrahim Ethem’i hatırlatmaktadır. Üstad, Sadık’ı, İbrahim Ethem gibi ağırlar. Halid-i Bağdadi’nin cübbesini giydirmek ister. Cübbeyi tutar. Sultana sultanlık, gedaya gedalık yakışır. Efe Sadık dediğin Sultanlar Sultan’ı Üstad’ın yanında aciz bir köledir. Nasıl giysin Sultan’ın elinden cübbeyi. Üstad cesaretlendirir. “Kardeşim Sadık Bey giy!” Hürmet ve edebinden bir türlü giyemez. 

Sevenin halinden sevenler anlar. Vazgeç Üstad, bu iş Sadık’ı yaralar. Zübeyir meseleyi çakar. Cübbeyi alır, Sadık’a tutar. Sadık bu sefer giyer. Gözyaşları cezbe, istiğrak ve çarpıntılarla başlayan ziyaret duâlarla sonra erer.

Okunma Sayısı: 4582
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Gündüz Alp

    22.2.2018 14:55:51

    Sevgili kardeşim Mustafa Bey, binlerce yaralı gönüllerin bulunduğu, binlercesinin esir alındığı ve yine binlercesinin incitildiği şu zaman diliminde yazınız -inşaallah- bu gönüllere huzur ve sürur verir diye temenni ediyorum. Gönüllerin çoraklaşması göz pınarlarının da kurumasını netice vermiştir. M.Akif diyor ki: "Şarka bakmaz, Garbı bilmez, edepten yok pâyesi / Bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi." Hakkı tutup kaldıracak, Hakkın hatırını âli tutacak Efe edâlı ve Efe karakterli şahıslara, şahsiyetlere ne kadar da muhtacız değil mi? "Gönül yarası" ile "dil yarası" ki; her ikisinin de tedavisi öyle zor ki...Ve bizim Yunus der ki: "Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil./ Bir gönülü yaptın ise /Er eteğin tuttun ise/ Bir kez hayır ettin ise/ Binde bir ise az değil." Gönül işte bu! Selam ve muhabbetle.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı