Körler için renklerin anlamı yoktur.
Renkler olmasaydı hepimiz kördük. Renkler her dili konuşur. Allah, kâinatı renklerle konuşturur. Varlık, üzerine kat kat elbiseler giymiş tennuredir. Her elbisenin kendine has yüzleri, renkleri vardır. Varlık, insandan kâinata doğru kat kattır. İnsanın, dünyanın ve kâinatın yüzü farklı renklerle bezenmiştir. Varlık renklerin kardeşliğidir. Her renk ve yüz bismillah der. İnsanın yüzünde Rahim ile şefkat, dünyanın yüzünde Rahman ile ahenk, kâinatın yüzünde yardımlaşma ve dayanışma vardır.
Yüzümüzün ve gözlerimizin rengi ne olursa olsun, gözyaşlarımızın aynıdır. Her dinin, ırkın kendine özgü rengi vardır. Renkler görecedir, zamanla değişir. Siyah ve beyaz tenli çiftten alaca çocuk dünyaya gelir. Din renkleri potasında eritir. Farklı ırklardaki insanlar aynı dine iman ederek aynı renge bürünür. Her renk kendi içinde güzeldir. Her rengin kendi içinde yükselen rengi vardır. Beyazın içinde siyaha, siyahın içinde beyaza giden yol vardır. Ara renkler pek tutulmaz. Çünkü dünya ve dünyalılar iki kutupludur; ya siyahcı ya da beyazcıdır. Meselâ Hac gününde farklı ırklardan insanlar tek renge bürünür: Beyaz. Beyaz temizliğin, faniliğin, kefenin, eşitliğin rengidir. Kâbe siyahtır. Toprak karadır. Hepimiz bir gün kara toprağın kalbi kabre gireceğiz. Hacılar beyaz elbiseleriyle (kefen) kabrin (Kâbe) etrafında dönerler. Döne döne kendilerinden geçerler; ölümün rengine bürünürler; beyazdan siyaha ağarlar.
Bedenin arkasında yürek, perdenin arkasında oda, Kâbe örtüsünün arkasında Cennet, kara toprağın arkasında ebedî hayat vardır. İnsan dünyada kefenini giyip kabrinin başında bekler. Üzerinde kefen olan dünyaya meyleder mi? Döne döne Mevlâsını zikredip, Kâbe’yi tavaf etmez mi?
Kâbe geceyi, ölümü ve ahireti, beyaz kıyafetli hacılar gündüzü, hayatı ve dünyayı temsil eder. Kâbe’nin siyah örtüsü celâli, hacıların beyaz kıyafeti cemâli temsil eder. Asıl olanın renkler olmadığını, siyah ve beyazın bütün olduğunu; zıtlaşmanın, kutuplaşmanın anlamsız olduğunu gösterir.
Her renkte bir esma-i İlâhî açar. Siyah celâl, beyaz cemâldir. Dağlarda celâl ile tepe tepe kahverengi açar. Denizlerde cemâl ile sayfa sayfa maviler açılır. Gökyüzü iki renklidir. Bazen celâl içinde cemâl açar, masmavi olur. Bazen cemâl içinde celâl açar, karardıkça kararır. Ova biraz dağ, biraz denizdir. Biraz toprak, biraz sudur. Su kara toprağı aşılar. Rahim ismi ile ovada yemyeşil çiçekler açar. Kadın ve erkek eş renklerdir. Normalde kadın cemâl, erkek celâl rengindedir, ama bazen renk değiştirirler. İnsan zamanla sevdiğine benzer. Bazen anne celâl olur, toprakta rengini bulur. Baba cemâl olur, su olur. Anne dağdır, baba denizdir. Kadın erkekle, dağ denizle, mavi yeşille, toprak suyla buluşur, çocuk olur. Celâl ile cemâl buluşur, kemâl olur. Kadın ile erkek buluşur önce aşk sonra da çocuk olur.
Varlık yetmişbin perdeyle kuşatılmıştır. Perdeyi yırtan hakikate geçer, Cennete erer. Toprak da, insan da perdedir. Tohum toprağa düşer, ağaç olur, rengârenk meyveler, yapraklar, çiçekler verir. Sonbahar gelince meyveler çürür, renkler solar, ağaç geldiği yere, toprağa düşer. İnsan tohum olur, anne rahmine düşer; gâh beyaz, gâh siyah, gâh sarı olarak dünyaya gelir. Ecel gelince rengini kaybeder, toprağa düşer. Kara toprakta rengârenk çiçekler açar. Beyaz kefenle toprağa girilse de, ahirette herkes farklı renkte açar. Dünyada siyahken Cennette melekler gibi beyaz olanlar olduğu gibi, dünyada beyazken yüzleri kararanlar da vardır. Değil mi ki “kul bir hata yaptığında kalbinde siyah bir leke meydana gelir.” Öbür tarafta yüreğimiz yüzümüze yansıyacak. Ak mı, kara mı olduğu ancak o zaman anlaşılacak.
Renkler gölgedir. İnsan kendi renginden çıkıp ötekinin rengine girebildiği müddetçe insandır. İnsanlar rengârenktir. Bir gün Bediüzzaman gibi biri çıkar, renkleri ve ırkları buluşturur. Onlara rengini verir. Önlerine kırmızı kitapları, Risaleleri koyar. Risale-i Nur ab-ı hayattır, kandır, candır. O Nur dersinde Türk Uğur’un, Kürt Tamer’in, Alevî Onur’un, Endonezyalı Asumadi’nin, Çinli Bai’nin kalbine baksan kıpkırmızıdır. Zübeyir Gündüzalp gibi damarlarında Nurlar dolaşmaktadır. Kalplerine hançer saplansa akacak kanlar Risale-i Nur diye yazacaktır.
Herkes kendi ruh eşini ve rengini arar. Farklı renklere gönül bağlar. Endonezyalı Dostum Asumadi ruh eşini ve rengini Çinli Bai’de bulmuştu. Bai’ye rengini vermiş, Müslüman olmasına vesile olmuştu. Bai de bir gün kırmızı kitaplarla tanışmış, Asumadi’nin rengine renk katmıştı. Alevî dostum Onur kırmızı kitapları görünce, Üstad’ın rengine boyanmış, eşi Elçin’e (Çinli değil) yüreğiyle birlikte rengini de vermişti. Aşk budur işte. Herkes rengiyle gelir, zamanla karşıdakinin rengini gerinir. Seven rengini terk eder, karşıdakinin rengine girer. Sevenler birbirine dünyalar bağışlarlar. Bir karanfil gibi kat kat yapraklar, bir kitap gibi yeni sayfalar katarlar. Tennure gibi birbirine rengârenk gömlekler biçerler.
İnsan elini göğsüne koymalı. Kalb temizdir, beyazdır, ele rengini verir. Hz. Musa (as) elini koynundan çıkardığında eli bembeyaz olmuş, gözleri kamaştırmıştı. İnsan elini yüreğine koyarak yürekten konuşmalı. Ancak o zaman karşısındakinin gözünü kamaştırır, tesir eder. Ne kadar yağmur yağarsa yağsın taş yeşermez. Yağmur ancak toprağa işler. Toprak ol ki rengârenk çiçekler açasın. Kar yaza, yeşil güze kalmaz. Kara sabretmeli, yeşile değer vermeli.
İnsan durduk yere rengini belli etmemeli. Karşıdakinin renk vermesini beklemeli. Yoksa utancından renkten renge girme ihtimali var. Kırmızıda durmalı. Zira insanların cepleri kırmızı kartlarla dolu. Kırmızı kartı çakar, seni yakar. Her gelene de yeşil ışık yakmamalı. O zaman akla karayı seçemezsin. Alnına kara çalarlar. Seni kara listeye alırlar. Her insan umulur ki özür diler diye beyaz sayfa açmayı hak eder.