"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gül derindir, acıyı göstermez

Mustafa ORAL
12 Temmuz 2017, Çarşamba
Risale-i Nur’da “Gülcü Hüseyin” olarak geçen Hüseyin Kuru 1909 yılında Kastamonu’nun Küre İlçesinde dünyaya gelir.1

Küre’de çıkan yangından sonra İnebolu’ya taşınır. Ruhunda kahramanlık hissi vardır, ama onu imar edecek mimar yoktur. Yıllarca büyük bir boşluk yaşar. Evlenir, ama o boşluk dolmaz. 1930 yılında İstanbul’a gider. Camileri gezer. Ortam bozuktur. İnsanlar daha fazla dünyaya meyleder olmuştur. Hamiyet ve vicdan sahipleri bu durumdan rahatsızdır. Hüseyin de huzursuzdur. “Ya Rabbi! Beni Mehdiye asker et. Bana onu tanıt” diye yana yakıla duâlar eder.

Bir gece hayatına yön verecek rüya görür. Tanımadığı bir zat “Peşimi takip et” der. Deniz kıyısında çayırlık, yeşillik bir yere varırlar. Mevsim yazdır. Hava güzeldir. Çoğu kere “kafası güzel” olan Hüseyin’in bu sefer havası güzeldir. Yaz çarpmıştır. Rehber kuyu gibi bir mağara ağzını açar. İçerde bir tabut vardır. Çayırın ortasına getirirler. O anda Mehdi Ankara’dan çıkıp gelir. Hürmetle tabutu açar. 20 yaşlarında, bıyığı yeni terlemiş bir genç sırt üstü yatmaktadır. Doğrulup oturur. Mehdi Hazretleri ‘Nasılsın, iyi misin yavrum?” diye sorar. Mehdi, Hüseyin ve diğerlerini alır, tabuttaki genci orada bırakır. Gencin bulunduğu yer aydınlık diğer yerler zindan gibi karanlık olur.   

Uyanır. Nasıl bir rüya bu?, diye düşünmeye başlar. Bir hocaya anlatır. Hoca kendince yorum yapar: Peygamberimiz de (asm) Mi’rac’da aynen böyle bir olaya şahit olmuş. Bu alçak insanlar  Din-i Mübin-i İslâm’ı mezara koydular. Bunu ancak Mehdi-i Âl-i Resûl çıkarabilirdi. İşte o Mehdidir.

O tabuttaki genç gerçekte Hüseyin’in kendisidir. Gençlik sevkiyle beden mağarasına ruhu hapsolmuş, gün gelmiş ölmüş, tabuta girmiştir. Yeşil ile mavinin buluştuğu deniz kıyısı İnebolu’dur. Mehdi, Ankara Hükümetinin Kastamonu’ya sürgün ettiği Bediüzzaman’dır. Tabuttaki genci aydınlığa çıkaracak, tekrar dünyaya getirecek, hayatına hayat katacaktır.    

GÜL DEVRİ DERVİŞİ 

Askerlik bitince İnebolu’ya döner. İbrahim Fakazlı gibi genç Saidlerle dost olur. Sık sık bir araya gelirler. Eski dini kitapları okurlar. Kıyamet alâmetlerinin çıkmaya başladığını, Deccal ve Mehdi’nin gelmesinin yaklaştığını düşünürler. Mehdi ordusuna hazırlık yaparlar. O günlerde bir söylenti dolaşmaktadır. Kastamonu’ya bir Hoca gelmiştir. Bir yere hapsedilmiştir. Bahsedilen Bediüzzaman’dır. Tarihler 1940 yılını göstermektedir.  Hüseyin, Fakazlı ile Kastamonu’ya Üstadı ziyarete gider. Evin karşısında karakol vardır. Sağı solu iyice kontrol ederek kapıya yaklaşırlar. İpi çekerler. Kapı açılır. Üst kata çıkarlar. Birkaç adım sonra Üstadın kapısındadırlar. Kapı açıktır. Üstad onları görür görmez yay gibi fırlar.

Üstad ziyaretçi istemediği zaman kapının ipini içeride tutar. Daimî hizmetkârı Feyzi de bu duruma özen göstermektedir. O gün evden en son o çıkar. Tevafuk eseri ipi dışarıda bırakır. Hüseyin ve İbrahim de rahatça içeri girerler. O gün Hüseyin’e Cennetin kapıları açılır. O günden sonra hayatını Risale-i Nur’a vakfeder. 

1909 yılında gül asrının sahibi Bediüzzaman İnebolu’ya gelir. Gül tohumlarını ekip, gider. 30 yıl sonra orada Nazif Çelebi, Fakazlı gibi güller yetişir. Onlardaki güzel kokuları ve renkleri gören Hüseyin heves eder, bahçesine güller diker. Gül tecelli etmiştir. Gülfidanı gibi boyu, gül gibi yüzü vardır. Yüzü de, kalbi de katmer katmerdir. Gönlü ve yüzü bahçesine de yansımıştır. Gül alıp, gül satar. Güllerin Üstadı, Hüseyin’e gül aşısı yapar. Ondan sonra yüzünün bahçesi daha bir güzel görünür, gül teri daha güzel kokar.

GÜL ALIP GÜL SATARLAR, GÜLDEN İSİM TAKARLAR   

Çocuğa ismi velisi verir. Çok kıymetliyse bir de çağın velisi verir. Bediüzzaman çağın velisidir. Varlığa kendinden adlar verir. Hüsrev Altınbaşak gülden anlar. Gül Fabrikası Sahibi diye seslenir. Hafız Ali kalbinde Nur dokumaktadır. Ona da Nur Fabrikası Sahibi der. Gül şehri Isparta’yı İnebolu’ya getirsin, diye de Semerci Hüseyin’e Gülcü lâkabını verir. Semerci Hüseyin bir gecede Gülcü Hüseyin makamına yükselir. İsmini tarihe kaydetmek için Risale-i Nur kütüğüne de ‘Gülcü Hüseyin’ olarak geçer. 2

 Ahirzamanda gül çağı yaşanır. Gül muştularıyla soluklanılır. Gülcü Hüseyin’in Hüsrev’e ve Hafız Ali’ye büyük muhabbeti vardır. Nasip olsa da mesleğin sırlarını bir de onlardan dinlese…

Haşir günü Hüseyin ve Hüsrev’e gülden kefen yaparlar. Gülü gül ile tartarlar. Kefenin birine Hüseyin’i, diğerine Hüsrev’i koyarlar. Hafız Ali tutar gül terazisini. 

Hacı Bayram Veli seslenir: Neredeyse denk. İkisi de Cennet bahçesine gül olarak dikilse gerek.

HAPİSHANELER GÜL DOĞAR 

1943 yılında Fakazlı’nın dükkânına baskın yapılır. Risaleler, mektuplar basit şekilde gizlediği halde bulamazlar. Fakat “Gülcü Hüseyin’e aittir” şeklinde not bulurlar. Bunun üzerine Hüseyin’i içeri alırlar. Bilâhare Üstad ve talebeleri Denizli Hapsine sevk edilirler. 9 aylık hapisten sonra tahliye olurlar. 

DENİZE AÇILAN PENCERE

Üstad 1960 yılında vefat eder. Bu dağlarda, bu denizlerde, bu dünyada Üstadsız yazın tadı yoktur. “Can içinde, can içinde / Can erir zaman içinde / Böyle kader olmaz olsun / Hüseyin’im kan içinde” diye diye ilâhiler söyler melekler.

İnebolu sahilinde üç katlı evi vardır. Bir penceresi dünya denizine, diğeri rahmet denizi Cennete bakar. Oradan ahiret âlemlerini seyreder. 4 Haziran 1981 tarihinde pencere sonuna kadar açılır. Güllerin Efendisi (asm) ve Gül Asrı sahibi Üstad, Gülcü Hüseyin’i çağırırlar. O da gül yaprağı gibi kendini kucaklarına bırakır. 

Deniz güle bulanır. Gülsuyu olur. İnebolu Denizi’nden dünyaya dalga dalga gül kokusu yayılır. Hüseyin’i gülle kundaklarlar. Gülden kefen yaparlar. Aşk gülün, zemzem Gül-ü Muhammedi’nin (asm) teridir. İnebolu Denizi’ni zemzem sayarlar, Gülcü’yü zemzemle yıkarlar. Boyranaltı Kabristanı’na gül tenini bırakırlar. 

Cümle melekler, cümle İnebolu dile gelir: Ya Resulûllah! Yezid zulmüyle şehit olunca torunun Hüseyin’i yanına aldırmıştın. Bu da bizim Hüseyin’imiz, gül şehidimizdir. Yezidlere boyun eğmemiştir. Bunu da torunun say…

Dipnotlar:

1- İ. Atasoy (İnebolu Kahramanları).  

2- Ömer Özcan (Ağabeyler Anlatıyor).

 

Okunma Sayısı: 3800
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • HÜSEYİN KURU

    16.7.2017 11:17:02

    Mustafa bey, merhaba. Dedem Gülcü Hüseyin anlattığınız yazınızı okudum, elinize, yüreğinize sağlık. Nur'un çelik bilekli adamını kaleme almışsınız.. bizleri mesut ve bahtiyar ettin. Allah CC sizleri iki cihanda aziz etsin. Sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.. Hüseyin KURU

  • Özcan ERKİŞ

    12.7.2017 13:05:16

    Sevgili Mustafa kardeşimiz, Allah razı olsun. Teşekkürler. Gül devrini şu zulumatlı süreçte yazmakla, gönüllere gül yaprakları serptin Kuvve-i maneviyemize gül devrinden esintiler getirdin. "Dünya "ahiretin tarlasıdır." Kimi gül eker Gülcü olur, kimi zulumat eker Zalim olur. İmtihan, tecrübe, teklif işte böyle bir şey. Akıl ve cüz'i iradesini "gül" için kullananlar Gülcü olurken, zulüm için kullananlar da Zalim oluyorlar. Akla kapı açılıyor, irade elden alınmıyor. Selam ve muhabbetle.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı