Ev temel, duvar ve çatıdan oluşur.
Temel sağlam değilse küçük bir sarsıntıda yıkılır. Bir yerdeki sorun başka yerlere yansır. Hatta önemsiz görülen bir çatlak evi tamamen yıkabilir.
İnsan evdir. Temeli aşk, duvarları merhamet, çatısı şefkattir. Aile evdir. Temeli anne, duvarları çocuklar, çatısı babadır. Temel sarsıldığında duvarlar çatlar, çatı çöker. Aşk sarsıldığında evlilik duvarı çatlar, çatı çöker. Bazen önemsiz görülen çatlak evliliği yıkabilir.
Gıda mideye girdiğinde bütün organlar nasibini alır. Bir acı veya sevinç kalbe girdiğinde bütün duyular ve duygular da hissesini alır. Bir organdaki hastalık başka organlarda uç verdiği gibi kalpteki hastalık da başka yerlerde uç verebilir. Basit bir diş ağrısının altında altmış çeşit hastalık bulunabilir. Basit bir kalp ağrısının altında da altmış çeşit aşk ağrısı olabilir.
Gözler evin duvarlarıdır. Duvar aynadır. Ayna karardığında diğer duvarı görmez ve göstermez. Sevenler birbirine tutulan aynalardır. Göz görmek, gönül görünmek ister. Gö- remediği ve görünemediği zaman başkalarını görmek ve başkalarına görünmek ister. Aynalar gibi gözler de sapar. Göz saparsa aynalar körleşir. Görmez, görünmez.
İnsan kalbine karşılık bir kalp ister. Bir ayna olsun, kendini göstersin ister. Bir dağ olsun, sesine ses versin ister. Değil mi ki dağa ne söylersen dağ sana onu söyler. Sevenler birbirinin gönül dağıdır. Ne söylerlerse onu duymak isterler. İnsan duymak istemediğini söylememeli. Aksi halde ağrı ve sızı yapabilir. Gönül dağı, Ağrı Dağı kadar büyük ise o koca dağ ufalana ufalana kayaya döner.
Aşkta asıl olan denkliktir. Muhabbet ve muhatap denkliğin iki tarafıdır. Muhatap bile olunmayacak birine muhabbet edildiğinde denge bozulur. Aşk ağrısı kalp ağrısına, kalp ağrısı baş ağrısına döner. Zamanla ağrı çekilmez olur, vefat eder. İnsan dengesizliğe ne zamana kadar sabreder. Eğik ev ne kadar ayakta kalabilir. Kırık kalp ne kadar yaşayabilir.
İnsan kalp ve akıldan ibarettir. Kalbinde duygu, aklında fikri vardır. Duygu ve fikir bir olunca samanlık seyran olur, dünya Cennete döner. Aşk evliliği, mantık evliliği gibi saçma kavramlar konuşulmaz. Ne var ki günümüzde madde mananın, akıl kalbin, düşünceler duyguların önüne geçmiş.
Aşk, görev ve sorumluluktur. Biz görev ve sorumluluklarımızı unutuyoruz. Yetmiyor bir de hak ve yetkiler istiyoruz. Şimdilerde aşklar genelde can kıpırtısıyla başlıyor, kalb ağrısıyla sürüyor, baş ağrısıyla bitiyor. Çoğumuz iki Ağrı Dağı arasında (kalb ve akıl) A’rafta yaşıyoruz.
Sevdiğimizle birbirimizin aynası olalım diyoruz, ama gözlerinin içine bakmıyoruz. Yine de hep bize baksın istiyoruz. Oysa aşk birbirinin gözlerinin içine bakmak olduğu kadar aynı yere bakabilmektir. Ayna her zaman aynı değildir, çok boyutlu değildir. Aynadan her zaman aynı olmasını beklememeli.
Aynı yastığa baş koyunca başlarımızın da aynı olmasını istiyoruz. Karşımızdakinin kendisiyle baş başa kalmak istediği zamanlar olabileceğini kabul edemiyoruz. Karşımızdakinin yerine getirilmesi çok da büyük çaba gerektirmeyen isteğini “baş göz üstüne” deyip kabul edemiyoruz. Baş ağrısı biraz da ‘baş olmak’ ve ‘başa güreşmek’ arzusundan kaynaklanıyor. Kimse “başaltında” güreşmek istemiyor. Cemâl ile başlayan ilişki celâl ile noktalanıyor.
Hepimiz pek bi asabiyiz, sinirliyiz. Kendimizi aşkta değil de savaşta görüyoruz. “Baş (kelle) almaya” kalkıyoruz.
Ağrısız baş, sorunsuz ilişki olmaz. Biz ağrıyla baş etmek yerine ağrı kesiciler alıyoruz. Oysa sevgi, ilgi, şefkat, fedakârlık kadar etkili hangi ağrı kesici var? Aşk ağrısıyla da, baş ağrısıyla da baş etmenin birçok yolu var. Reçete herkese göre değişmekle beraber herkese önerilebilecek ilâçlar var. Karşımızdakini önemsemek, her sözünün, her hâlinin altını bilmek, ar- zularımızın üstünü çizmek herkes için en etkili tedavi yöntemidir.
Ancak dost olanlar sevgili olabilir
Muhatabiyeti hak edeni habib (sevgili) ve halil (dost) seçebilsek... Birbirimizin gözlerinin içine bakmak yerine aynı yere bakabilsek... Kendini ıslâh edemeyen başkalarını ıslâh edemez, deyip işe kendimizden başlayabilsek... Birbirimizde fâni olabilsek... Kendimizi sevdiğimiz için feda ede- bilsek… Karşımızdakini Hz. Muhammed Mustafâ’nın (asm) ve Hz. Hatice’nin (ra) çağımızdaki gölgesi ve timsali olarak görebilsek... İşte o zaman kayalar dağ olur, sesimize ses verir. İşte o zaman Hz. Davud gibi dağlar hizmetkârımız olur.
Bizler aşk ve mantık evliliği gibi iki Ağrı Dağı arasında Ara’fta yaşıyoruz. Bu Ağrı Dağı bize hiç evlenmemiş, aşka prim dememiş, aşka prim vermemiş; acz, fakr, şefkat ve tefekkür burcunda gövermiş Bediüzzaman’ı hatırlatıyor. O, insanlığın imanının sıradağlar gibi yandığı bir dönemde dünyaya gelmişti. Yangına su taşımaktan başını kaşımaya vakit bulamamıştı. Çocukluğundan beri bir ağrısı, bir Ağrı Dağı vardı. Raskolnikov’dan farklı olarak iman ağrısı vardı. Raskolnikov’daki iman arayışına mukabil, Bediüzzaman’da Kur’ân’ın icazını beyan ederek insanlığı imana çağırma mücadelesi vardı. Bunda etkili olan bir sebep şüphesiz bir rüya olmuştu.
“Bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma! Cenâb-ı Hakk’ın emridir; O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.” Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zat, bana amirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’ân ‘ı beyan et.” Uyandım; anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân, kendi kendini müdafaa edecek.”
Bu gün bizler için Ağrı Dağı, nefsimizin isteklerine göre şekillenen aşkımız ve aile hayatımızdır. Aşk ve aile hayatımız infilâk etti. Yine de korkmamalı. Cenâb-ı Hak Rahim’dir, Hâkim’dir. O bize merhamet etmiş, iman nimetini vermiştir. Bize düşen i’caz-ı aşk’ı beyan etmektir.
Bu gün başımız ve kalbimiz ağrıyorsa, bu Bediüzzaman gibi Ağrı Dağı büyüklüğünde ağrılarımızın olmamasındandır. Rüyasının rüyamız olmamasındandır. Böyle giderse daha çok Ağrı Dağı efsanesi dinleyeceğiz.