"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Osman Burgaz

Mustafa ORAL
21 Ekim 2017, Cumartesi
1930’lu yıllar dinî değerlerin darbe aldığı günlerdir.

Ağır bir baskı döneminden geçilmektedir. Gençler başıboş yetişmektedir. İnebolulu Ali Osman Burgaz gayretli, cesur, vatanperver birisidir. Gençliğin iman ağrısını yüreğinin derinliklerinde hissetmektedir. Neslini de, kendini de bataklıkta görmektedir. Düze çıkaracak bir kurtarıcı beklemektedir. Dünyaevine girdiği günlerde ellerini açar. “Ya Rabbi! Ne olacak bizim halimiz!” diye içli içli duâlar eder. Sırlı bir uykuyla rüyaevine girer. Yeşillik bir yere doğru yürümektedir. Birden Cennet bahçelerinin Sevgilisini (asm) görür. Taze damat Osman’ın önünde vadiye doğru yürümektedir. Koşarak yetişir. Osman, Efendimizin (asm) yanına gelince şaşırır. Kendince kabahatlidir ya, ellerinden mi, ayaklarından mı öpmeli o nur abidesini diye düşünmektedir. Bu dudaklar o ellere, ayaklara lâyık değil ki. N’apsın şimdi Osman Efendi. O davranmadan Sevgili (asm) Osman’a döner. Fildişi tarağa benzer üç dişli parlak bir şey verir. Osman sinesine koyar. Kalbinin içine kadar sokar. Gariptir ki hiç acı hissetmez. Sevinç içinde uyanır.  

Şimdi bu rüyayı neye yormalı!  Osman, namlı berberlerdendir. Resulullah (asm) kime ne vereceğini, ne söyleyeceğini çok iyi bilir. O tarak ihtimal ki Osman’a düğün hediyesidir. Hediye olduğu kadar bir dâvettir de. Osman’ı ve gençliği kurtuluşa erdirecek, iman hakikatlerine döndürecek, insanlığa ebedî bir düğün verecek asrın sahibinden bir dâvettir. 

Bu böyle olmayacak, Hacı Mehmet Efendi’ye tabir ettirmeli. Hacı kendini günahkâr sanan, ama aslında kalbi zemzemle yıkanmışçasına temiz birisidir. Osman’ın başına devlet kuşu konduğunu anlar. “Ne mesut adamsın! Cenâb-ı Hak sana Said’i vermiş. O üç diş sin harfidir.” Said mi? Bu da nerden çıktı şimdi? Neyse, bekleyip, görelim. Bekleyip görelim de hangi sabırla…

AÇILIR RİSALELERİN SAYFALARI DENİZLERİN DALGALARI GİBİ 

Âşığın maşuğunu gözleyip durduğu gibi, Osman da Said denilen kurtarıcıyı gözlemeye durur. Ondan izler, sesler, suretler arar. Osman’da bir hâl vardır. Bu Ziya, güneşe giden yol olmalı. Aşkla kendinden geçmiş bu adamın peşinden gitmeli. Ne yapar, ne eder, öğrenmeli. 

Ziya, Osman’dan ayrıldıktan sonra Gülcü Hüseyin’e gider. Gül dünya gül! Ziya ve Gülcü sahile doğru yürürler. Bir kayanın arkasına mevzilenirler. Kuşlar kafese girmiştir. Tam zamanıdır. “Selâmün aleyküm...” Toparlanırlar. Ellerindeki kitabı saklarlar. “Hayrola Osman!” “Beni bırakın da söyleyin bakalım, sakladığınız kitap neyin nesi?…” Soruları geçiştirirler. Ser verip sır vermeyecek gibidirler. Yanlarından ayrılır. Fakat takibi sürdürür. Bir gün dayanamaz. Elini masaya koyar. Kitabın ortasından konuşmaya başlar. “Arkadaşlar beni kendinizden ayıramazsınız. Mevzu neyse anlatın bakalım.” Osman samimiyet testinden geçmiştir. Artık her şeyi anlatmanın vaktidir. “Bu kitaplar Risale-i Nur’dur, müellifi Said Nursî’dir. “Said mi?!” İşte aranan sevgili bulundu. Demek kurtarıcıyla buluşma vakti geldi.  

Nefes nefese Risale okumaya başlar. Rüyaları gerçekleştirme zamanı gelmiştir. Rüya duvağının ardında, Risale sayfaları arasında siluet gibi görülen Said’in yüzü görülmelidir. Kendini yollara vurur. Kastamonu’ya gelir. Çaycı Emin’i bulur. “Ziya Bey’in selâmıyla geliyorum.”  Mevzu anlaşıldı. Çaycı, Tevfik’e seslenir: Osman kardeşimizi Üstadımıza götür… 

Üstadın kapısına varırlar. O tatlı asabi adamın sinirleri alınmış gibidir. Kapı açılır. Üstad görünür. Muazzam bir dağ parçası gibidir. Osman’ı tutun! Ayakları yerden kesildi, kesilecek. Heyecandan öldü, ölecek. Gördüğü rüya ve Risale-i Nurlar ile arınmasına rağmen, hâlâ kendini günahkâr hissetmektedir. Üstad bunu hisseder de bir tokat vurursa ne yaparım, diye endişelenmektedir. Üstad hiç de beklemediği bir şey yapar. Elini kaldırıp tokat vurmak yerine kollarını sonuna kadar açar. “Gelll kardeşim!” diyerek şefkatle kucaklar. Osman’ın sinesinde dağ gibi büyüyen bulutlar çözülür. Hüngür hüngür ağlamaya başlar. Üstad adam yerine koydu, nasıl ağlamasın Osman. 

Osman gözyaşı ve hıçkırıklar içre Üstad’ın sinesinden ellerine, oradan ayaklarına doğru süzülür. Dön dünya dön! Osman’ın kalbi dünya gibi Üstadın ekseninde fırıl fırıl dönüyor. 

Dur dünya, Üstad konuşuyor:

 - Kardaşım nerden geldin? 

- İnebolu’dan Efendim.

- Kimleri tanıyorsun?

- Nazif’i tanırım.” Nazif… Üstad Nazif’in adını duyunca çok memnun olur. 

- Bahtiyarsınız! Bir yerde Nazif gibi biri varsa o belde bahtiyardır. 

- Sizi kim gönderdi?

- Ziya Dilek…

- Ziya iyidir.

 Üstad sözü tekrar Nazif’e getirir. İçinde İnebolu geçen cümlelerin hepsinin öznesi Nazif’tir. 

- İnebolu’ya gidecek emanetim vardı. Onları da Nazif’e götürürsünüz.

- Emrin olur Üstadım!” 

- Namaz kılıyor musun?

- Evet, Üstadım.

- Farzlara dikkat et. Haramlardan kaçın… 

- Yazı yazıyor musun?

- Yazıyorum Üstadım!

Üstad cevaplarını almıştır. Osman Nur dairesine alınmalıdır. Yere bir daire çizer. “Seni bu daire içine alıyorum. Allah muvaffak etsin” diyerek duâlar eder. Anladın sen onu. Yazın ve namazın yoksa bir de nazın çoksa o Nurlu dairede yerin yok, bilesin. “Ben burada dört beş senedir bulunuyorum. Bu havaliden icabet etmiyorlar. Maşallah İnebolular gayretli çıktılar.” Öyledir Üstad. İnebolu’da Nazif gibi bir lokomotif, Fakazlı, Burgaz gibi vagonlar vardır. Üstad son nasihatini verir. “Sen sakın burada durma. Münafıklar bahanelerle size evham verirler. Haydi safa geldin. Buradan çıkınca nereye gideceksin.”  “Şeyh Şaban-ı Veli’ye.” “Tevfik sizi götürsün. Dönüşte Emin size emanetleri verecek, onları götürürsünüz.” “Peki Üstadım.”

AŞIK OLUNCA ÖYLE GÜZEL OLUYORSUN Kİ DÜNYA! 

Üstad’dan ayrılır. Dünyası değişmiştir. Yere mi, göğe mi bastığının farkında değildir. Yerler, gökler hiç bu kadar güzel görünmemiştir. Çiçekler hiç bu kadar güzel açmamıştır. Sular hiç bu kadar güzel akmamıştır. Doru atlar hiç bu kadar duru sulara koşmamıştır. Osman hiç bu kadar âşık olmamış, yağız taylar gibi sağa sola koşmamıştır. Bambaşka duygular içinde nefes nefese Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri’nin türbesine varır. Huşu içinde duâlar eder. Bir şafaktan bir şafağa, bir evliyadan bir evliya… İşte böyle bir şeysin ey güzel dünya… 

Üstada veda ettikten sonra Çaycı Emin’e gider. Risaleleri alır. İnebolu’ya döner. Risaleleri Nazif’e teslim eder. Nazif’in Nur Ordusuna katılır. Kalemle, kelâmla manevî cihada başlar.

Okunma Sayısı: 2661
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Demokrat

    21.10.2017 20:46:37

    Ne güzel...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı