"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sağırlaştık Allah’ım, aç kulaklarımızı!

Mustafa ORAL
13 Eylül 2017, Çarşamba
Kediler ve köpekler insanı tanımlayan varlıklardır.

Kedi kalbi, köpek nefsi anlatır. Bozulan bozuyor. Kendini bozan insan varlığı da bozuyor. Kedilerin, köpeklerin genleriyle oynuyor. Renkli kedilerde sağırlık olmaz. Genleriyle oynanarak aklaştırılanlarda sağırlık had safhadadır. Türkiye kedi geniyle oynanan nadir ülkelerden. Sağır kedi cenneti (!) 

Derdimiz kedi, köpek değil, insan. Kedimizi bırakalım, kendimize bakalım.

Son yıllarda dünyada beyazlar, Türkiye’de sonradan görme Beyaz Türkler ve Beyaz Müslümanlar arttı. Kimse kendini siyahın yerine koymuyor. Herkes kendini sütten çıkmış ak kaşık sanıyor. Müslümanların genleriyle oynandı. Genleriyle oynanan kediler gibi Beyaz Müslümanlarda da sağırlık arttı. Değil mi ki en çok ve çabuk kirlenen beyazdır. Sağırlık bulaşıcıdır, bize de bulaştı. Başkalarına sağırlaştık, körleştik, dilsizleştik. Ebu Hüreyre ve Bediüzzaman kedi dilinden anlardı. Üstadın dört kedisi vardı. “Ya Rahim,” seslerini duyardı. Talebesi “Kedim “ya Rahim’ demiyor” deyince “Haram yiyordur.” demişti. Kedi değil biz haram yiyoruz, ondan işitmiyoruz. Kulaklarımız harama bulaştı. Sesimiz harama alıştı. Biz ne kadar da sağırlaştık. Kedilerin dilini kestik, Bediüzzamanların sözlerini kulak ardı ettik.  

Genlerimizle oynanınca engelli insanlar olduk. Kimimizin dili kesildi, kimimizin kulağı. Lâl ve sağır olduk. Sağır Sultanlar Topal Hafızların zindandaki sesini duymuyor. Kimimiz duymaz, kimimiz görmez olduk. Din adamları bile masumların yaralarını görmezden geliyor. Bediüzzaman devlete karşı ayaklanmak isteyen Kör Hüseyin Paşa’yı ikaz etmiş, yanlışını anlatıp gözünü açmıştı. Şimdi bizi kim duyacak! Gözümüzü kim açacak! 

SÖZ BİR KULAKTAN GİRİP ÖTEKİNDEN ÇIKIYOR 

Peygamberimiz’in (asm) okuma-yazması yoktu, ama kalbleri okuyordu. Bediüzzaman kalemsizdi, ama kalpsiz değildi, kalbleri yazıyordu. Mevlânâ belki kalp hastasıydı, ama sevmesini biliyordu. Beethoven sağırdı, ama kâinattaki müziği işitiyordu. Cemil Meriç kördü, ama hakikati görüyordu. İnsan çok değişti. Ayarlarını kaybetti. İnsanlığını yitirdi. Göz ve gönül kirliliğine kulak kirliliği de eklendi. Süleyman kalp cerrahı, ama aşktan anlamıyor. Abdullah imam, ama sesini bile duymuyor. Ahmet müezzin oğlu, ama babasını bile dinlemiyor. İnsan Allah’ın kulu, kâinatın oğlu, zamanın çocuğu, ama Rabbini de, kâinatın sesini de duymuyor. İşitme kaybına, iman ayıbına tutuluyor. 

Sağır kendinden başkasını duymaz, yakıştırır. Mevlânâ’nın sağır hikâyesi çağımızı özetliyor. Hanımı ne söylerse söylesin ihtiyar anlamadığı gibi bir de yanlış yakıştırıyor. Kadın dayanamıyor; bari yazarak anlatayım, diyor. Allah’ım hakikati duymayanları sağır, görmeyenleri kör, söylemeyenleri dilsiz, sevmeyenleri kalpsiz diriltecekmiş. Şimdilerde tuzu kuru, bir eli yağda bir eli balda olanlar açların halinden anlamıyor. Yatlarda yatıp katlarda kalkanlar sokakta yatanları görmüyor. Saraylarda, saray yavrularında yaşayanlar zindandakilerin inleyişini duymuyor. Seni anlamamakta ısrar ediyoruz Allah’ım. Yine eski dile ve günlere dönsek. Yine yazarak anlatsan gerçeği. Sağır sultanların, kör kralların, söz tüccarlarının, hacıların, hocaların, hahamların, papazların rüyalarına girsen; bir de böyle anlatmayı denesen… 

NE GÜNLERE KALDIK ALLAH’IM!  

Helâketlerin, felâketlerin, açlığın, yoksulluğun, yolsuzluğun, hukuksuzluğun kol gezdiği, kadınların ezildiği, çocukların katledildiği, insanlıktan tek celsede boşanıldığı, silâhların bardaktan boşanırcasına kurşun yağdırdığı, kedi izinin köpek izine karıştığı, mazlûmun gözpınarlarının kuruduğu, annelerin sütten kesildiği, çocukların seslerinin kısıldığı, ihtiyarların mecallerinin kalmadığı, kutsalların kirletildiği, kutsal toprakların kan gölüne döndüğü, kadınların, çocukların, ihtiyarların hapsedildiği, dünyanın bir ucundaki mazlûmun sesini duyduğu halde suçsuz yere hapse girmiş, işinden, eşinden, çocuğundan olmuş komşunun sesinin duyulmadığı günlere geldik...

Darbecilerin, katilerin, tecavüzcülerin, hırsızların, yolsuzların, şeref yoksunlarının sokaklarda fink attığı, katraja girmek için bin bir takla attığı, ekran ekran dolaştığı, villalarda yattığı plajlarda kalktığı, herkesin başımıza sultan kesildiği, evsizler sokaklarda ölürken birilerinin evini saray yavrusuna çevirdiği, komşusu açken lüks otellerde kırk çeşit mönüyle iftar edildiği ve bununla iftihar edildiği, herkesin kendi acılarını eş seçtiği, başkalarınınkini es geçtiği, büyüklerin, zenginlerin kendi dünyalarına çekildiği, kendinden başkasını görmediği, duymadığı günlere geldik. 

Otel için zikreden ağaçların yakıldığı, ‘ya Cemal’ diyen denizlerin kurutulduğu, ‘ya Rahim’ diyen kedilerin katledildiği, ‘ya Celal’ diyen köpeklerin kısırlaştırıldığı, ölümün hiçe sayıldığı, benden değilse üstü kalsın denildiği, yalancı cennet ve cehennemlerin yaşandığı günlere geldik. 

Sezai Karakoç ruhluların köşesine çekilmek zorunda kaldığı, Bediüzzaman ve Âkif ruhluların sesinin kesildiği, masumların sesinin içlerine hapsedildiği, “Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez.” diyenlerin sözde millet menfaatine feda edildiği, hakkı söylemek isteyenlerin kalemlerinin kırıldığı, sözlerinin kesildiği, bir yudum suya, bir lokma ekmeğe, bir damla güneşe muhtaç edildiği, hakikati seslendirenlerin sesleri kesilince, “Benden günah gitti, bunu sen istedin insanoğlu. Nasihat ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir,” dercesine belâların üzerimize yağmur gibi yağdığı günlere geldik. 

Bu dünyadan Ömer adlı fakir, ama âdil bir sultan geçti. Dünya sevgisiyle kendinden geçmekten korkunca ölümü hatırlatacak bir arkadaş seçti. Şaçlarındaki akları görünce arkadaşına “ölümün eli kulağında, artık hatırlatmana gerek yok” dedi. Dünya son yıllarda öyle acılara sahne oluyor ki. Depremler, seller, yangınlar, aşırı sıcak ve soğuklar, yıkılan köprüler, kardan kapanan yollar kandan kapanan kalplerdeki şiddeti boşaltmıyor; sevgisizlikten kuruyan gönüllerin aklını başına getirmiyor. Ömer’e dokunan bir ak kıl kadar felâketler aklımızı başımıza getirmiyor. “Beyazlaşayım, dünyaya ayak uyduralım” derken rengimiz kayboluyor, biraz daha kararıyoruz. İçimizdeki kediler, Ebu Hureyreler, Bediüzzamanlar ölüyor; köpekler, ruhları Yezidleşmişler, kalpleri Nemruhlaşmışlar, nefisleri Firavunlaşmışlar kol geziyor.

Okunma Sayısı: 4734
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Allah ın aciz kulu

    13.9.2017 10:00:52

    Allah sizden razi olsun. Gönlüme tercüman oldunuz. Rabbim tertemiz olarak emanetini kabzetsin. Bu da geçer Ya Hu...

  • Zeynep

    13.9.2017 00:26:24

    dünyanın bir ucundaki mazlûmun sesini duyduğu halde suçsuz yere hapse girmiş, işinden, eşinden, çocuğundan olmuş komşunun sesinin duyulmadığı günlere geldik... Derdime tercüman olmuş bu kısım

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı