"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şöyle garip bencileyin: İzzet Durgut -1

Mustafa ORAL
12 Nisan 2017, Çarşamba
Bediüzzaman ile Denizli Hapsi’nde bulunan İzzet Durgut 1903 yılında Kastamonu’nun İnebolu İlçesinin Telye (Akkonak) Köyü’nde dünyaya gelir. Telyeli İzzet olarak bilinir.

Kendi halinde, dervişcesine yaşayan, az yiyen, az uyuyan, az konuşan, kalp ehli biridir. Kalbinin bir yanı Adem (as), bir yanı Havva’dır. Dünya bir elmadır. Dünya bir Havva’dır. İzzet, dünyanın halinden, insanın hasından, elmanın tadından anlar. Bahçesine elma ağaçları diker. Bahçe dediysek Cennet bahçelerinden bir bahçe. Barla’daki Sıddık Süleyman’ın Cennet Bahçesi ile “kardeş bahçe” ilân edilse yeridir. Burada da “Cennet Risalesi” yazılsa yeridir.  

Dallarda elmalar Havva ve Adem misali gülümser. Kiminin rengi İzzet’in Havva’sı (eşi) gibi beyaz, kiminin kızları gibi yeşil ve kırmızıdır.  Hacı Bayramı Veli gül alır, gül satar; İzzet Durgut elma alır, elma satar. Bahçesi elmayla doludur, ama  kalbi dünyaya karşı bomboştur.  

Uzaktan bakınca İzzet bir garip Yunus gibi görünür. Bahçe, bahçe değil dergâhtır. Bahçeye düz ağaç dikme derdindedir. Yeşili sevdiği kadar maviyi de sever. Maviye çalan gözleri ile sık sık İnebolu’ya denizi görmeye gider. Deniz suyla, İzzetin gönlü aşkla doludur. Deniz gibi dalgalıdır. Sarhoş oldu, olacaktır. 

Sarhoşluğun kıyıya vurduğu bir gün şehre kırmızı kitapların yazarı Bediüzzaman gelir. Dünya derya, Üstadın maviye çalan gözleri bir adadır. Elma, elma gözler… Bir sarhoşluktur başlar İzzet de. Tek kelimeyle çarpılır. Bu gözlere, bu sözlere, bu dalgalara kapılmamak mümkün mü?

Vecd ve istiğraklarla köyüne döner. Elma bahçelerine gider. Fıtraten Risale hizmetine çok uygun olan eşi ve kızlarına Üstadını anlatır. Adem sevecek de Havvaları sevmeyecek o elma elma mavi gözleri… Hiç mümkün mü… 

Ailecek Risale yazmaya başlarlar. Elmalar dalda çürüyecekmiş, çürüsün. Kıyamet mi kopar elmalar dalından kopmasa? Kopacaksa kopsun. İnsanlar bir elmaya kendini satarken, gençliğin imanı elma ağaçlarında sallanırken kimin aklına gelir dalda çürüyen elmalar.

İzzet’in dünya da bir elması ve güzel yazısı bir de Bediüzzaman’ımız ve Peygamberimiz (asm) aklına geldiğinde herkesin içinde oturup hüngür hüngür ağlayan İbrahim Fakazlı’sı vardır. İbrahim ve İzzet… Elmanın iki yarısı. Biri birinin evinde, diğeri onun kalbinde oturur. İbrahim, İzzet’in hallerine bakar bakar şaşar: Bu ne biçim insan. Yirmidört saat Risale yazar. 

İzzet’in hanımı, biricik Havva’sı tek kelimeyle Üstad hastasıdır. Onun yazdığı Hastalar Risalesi hâlâ görenleri hayran bırakmaktadır. İnanmayan varsa Rasim Sürav’dan sorsun. Sav oradaysa İnebolu hemen şurada.

İnebolu için hasat zamanı

Üstad 1943 yılında Kastamonu’dan Denizli’ye sürülür. İnebolu için hasat mevsimidir. Nur Talebelerini elmayı dalından koparır gibi ailelerinden koparırlar, hapse atarlar. İzzet’i de elma bahçesinden alıp İnebolu hapsine atarlar. Hapis dediğin Yusuf Medresesi, elma bahçesi. İbrahim Fakazlı, Ahmet Nazif Çelebi, Ziya Dilek, Büyük İbrahim, Gülcü Hüseyin, Ahmed Köroğlu, Zühtü İşeri, Ömer Gedikoğlu, Halil Enercan, Ahmed Şaşmaz bahçede rengârenk elmalar. Dışarda mevsim hasat, içerde hâlâ taptaze bahar…

Hapiste vakti en güzel şekilde değerlendirmeye çalışırlar. Ramazan ruhaniyetine uygun şekilde ibadet ederler. Cüz taksim ederek her gün bir hatim indirirler. 

İzzet dışındakiler İneboluludur. Genelde esnaftır. Dolayısıyla sosyal hayattan gelen günahlara ve ifsada çok maruz kalmaktadırlar. İzzet ise köyde yaşadığından daha temiz kalmıştır. Bu durum kalp gözünü açmış, hakikate daha da yakınlaşmıştır. Manevî bir radyo vazifesi almıştır. Fakat etrafındakiler ümmi zannetmektedir. Murakabelerinde hakikat tecelli etmektedir. Bir gün ikindi namazına müteakip murakabe yapar. Bilâhare başını kaldırarak, “Arkadaşlar şimdi rical-i gayb hazeratı geldiler. Ellerinde yeşil bir sancak vardı. Sancakta ‘İnnâ fetahnâ leke fethan mübinâ’ âyet-i kerimesi yazılı idi. Bir de âbide diktiler. Üzerinde keza ‘İnnâ fetahnâ leke fethan mübinâ’ âyet-i kerimesi yazılı idi.” der. Ziya Dilek’e dönerek “biz sizi muhafaza edeceğiz, hiç korkmayın, dediler” der.

Nur Talebeleri İzzet’i gülerek dinlerler. “İçimizde bir de evliya varmış” diye şakalaşırlar. Bu anlatılan “abide” ağaç, “sancak” elma olmasın…  

Ziya Dilek tasavvufî derinliği olan biridir. Bu hâllerden anlamaktadır. “Bunlar, henüz murakabeyi bilmiyorlar. Sen ne için sırrı ifşa ettin” diye İzzet’e sitem eder. İzzet de “Ben onları olgunlaşmış zannettim. Fakat yanılmışım. Şimdi ben bu ifşa etmenin cezasını çekerim” der.

Hislerinde yanılmamıştır. Az sonra iki jandarma gelir. İzzet’i alıp götürürler. Bir kömür dolabına hapsederler. Ayakta durmak mümkün değildir. İki kat, iki büklüm iki saat orada kalır. İşkence ederler. Jandarma kumandanı boğazını sıkar. ‘Siz Almanlarla muhabere ediyormuşsunuz. Söyle bakalım, alıcı-verici radyonuz nerede?’ diye sorar. Cevap alamayınca tekrar koğuşuna bırakırlar.

Yine bir murakabeden sonra Ziya Beye “Daha buradayız. Gideceğimiz zaman ben size haber veririm” der. Denizli’ye sevk emri gelmeden bir gün önce “Yarın gidiyoruz, hazır olun. Fakat merak etmeyiniz. Beraat edip geleceğiz” der. Murakabe doğru çıkar. Ertesi gün İstanbul’a, oradan İzmir’e, oradan da Denizli’ye sevk edilirler.

Okunma Sayısı: 2989
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı