"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sürgünler İçre: Nureddin Topçu ve Bediüzzaman

Mustafa ORAL
04 Temmuz 2018, Çarşamba
Nureddin Topçu tahsilini Fransa’da tamamladıktan sonra öğretmen olarak göreve başlar. Dönemin idarecileri tarafından defalarca sürülür. Bu çileli sürgünlerin en güzeli 1944 yılında Denizli’ye gerçekleşir.

Nureddin Topçu tahsilini Fransa’da tamamladıktan sonra öğretmen olarak göreve başlar. Dönemin idarecileri tarafından defalarca sürülür. Bu çileli sürgünlerin en güzeli 1944 yılında Denizli’ye gerçekleşir. Bediüzzaman da o günlerde Denizli’dedir. Muslihiddin Sönmez aracılığıyla Üstadla tanışır. Topçu’nun ifadesiyle bütün şehirde onun ismi dolaşmaktadır. Sıkı kontrol altında olmasına rağmen halkın yoğun ilgisi vardır. O da memurluktan atılma pahasına defalarca ziyaret eder. Bu ziyaretlerden sonra Üstad’a hayranlığı ve muhabbeti artar. Artık onun gözünde Bediüzzaman hakikî bir mürşiddir.

Akşam yemeklerinden sonra Üstad otelde yalnız kalmaktadır. Fırsatı değerlendirerek sık sık ziyaret eder. Üstad din, iman, ahlâk, gençlik ve toplum meseleleriyle alâkalı dersler verir. 

Topçu da gençliği Anadolu değerleriyle yetiştirmek için üniversite hocası olmak ister. Fakat bu arzusu zamanının idarecileri tarafından engellenmiştir. O da fırsat bu fırsat deyip Hazret’in kapısını çalar, duâ ister. Fakat Üstad oralı olmaz. Konuyu başka tarafa çeker: İmanının selâmeti için duâ edeceğim.

Cevabı anlayışla karşılar. Üstad sözlerini tam işitmemiş olmalıdır. Ne de olsa ihtiyardır. Tam ayrılacakken bütün cesaretini toplayarak tekrar medet ister. Bediüzzaman gülümseyerek yine aynı cevabı verir. “İmanının selâmeti için duâ edeceğim...” O an istediği duânın yapılmamasına çok üzülür. Kendi ifadesiyle ruhî feyzi için duâ edilmiştir. Üstad “Zaten umumiyetle hep böyle mânevî şeyler için duâ eder.”

İlerleyen yıllarda doçent olmasına rağmen üniversite hocalığına kabul edilmez, öğretmen olarak emekli olur. Anlar ki Üstad bir felsefeciye edilebilecek en güzel duâyı etmiştir. Ona göre bu Üstad’ın kerametidir. Olmayacak duâya âmin dememiştir. Üstad’ın kendisi için ettiği duânın gerçekleştiğinden de hiç şüphesi yoktur. Onun duâsıyla imanını hep göğsünde taşıdığını hisseder. Vefatından kısa süre önce bu hissiyatını ifade eder: “Şimdi kabir kapısında durduğum şu anda imanımı şuramda (kalbimde) elle tutulur, gözle görülür biçimde hissediyorum ve ölümden asla korkmuyorum.”

Zaman içinde Bediüzzaman’ın manevî profilini çıkarır. Etkileyici kişiliğin altında yatan sebepleri keşfeder. Yıllar sonra bunları dillendirir. “O hareket adamı idi, girişkendi, herkesle konuşurdu. Dâvâsını anlatırdı. Pısırıklığa ve miskinliğe taraftar değildi. Çok mert ve cesur bir hali vardı. Cesareti, kerameti pek çoktur, saymakla bitmez. Sonra zekâsının buluşları fevkalâdedir. Musîbetlere sabırla razı olmuştu... Kendini vermişti Allah’a... Zaten o eserler hep o hallerin mahsulüdür. Bütün Denizli’de onun zevki ve şevki vardı. Dost-düşman ona hayrandı. Denizli’nin gecesi, gündüz olmuştu... Fethetmişti o Denizli’yi. Onun ruh ve aşk tarafına ulaşılamaz. Onun Allah’a yakınlığı bambaşkadır. O yakınlık bir lütf-u İlâhidir. Sabrı, inzivası, şükrü bambaşkadır. Para nedir bilmez, dünya gözüne görünmezdi. Böyle zatlara pratik bir maksat gözeterek gitmek, onları rahatsız eder. Ruh ve gönül sultanlarına dünyevî basit çıkarlar için müracaat etmek cinayettir, müthiş bir haksızlık ve anlayışsızlıktır.”

Bediüzzaman’ın penceresinden dünya

Topçu bir ziyaretinde Üstad’ı otel penceresinden dışarıyı seyrederken bulur. Üstad pencereden dünyanın havasını koklamaktadır. Memleketinden insan manzaralarını seyreder. Toplumun değişen sosyo-kültürel yapısı hakkında endişelidir. Canı sıkılır. Dili yangını ele verir. Denizli’de bir zamanlar 62 medresenin bulunduğunu, bunların hepsinin kapatıldığını söyler. Bu sebepten ben muallimlere dargınım, der.

O arada garson akşam yemeğini getirir. Mükellef bir sofra açılır. Üstad iktisat ve kanaatle yaşamaktadır. Toplumun orta kesiminin hatta onun da altındakilerin hayat şeklini seçmiştir. O günlerde ekonomik kriz hat safhadadır. Yoksulluk diz boyudur. Böyle milyonlarca adamın aç olduğu bir zamanda kemal-i iştahla yemek yenilmez, zengin sofrasına oturulmaz. Üstad kendine yakışanı yapar. Yemeği iade eder. “Bunu fukaralara götür.” Sonra dolaptan zeytin ve ekmek çıkarır. Ekmek, zeytin, bir de çay varsa değmeyin Üstad’ın keyfine. Dünya saray sofrası olsa dönüp bakmaz. Topçu’ya döner. “Bir ekmeği onbeş günde bitirebiliyorum.”

Topçu, Üstad’ın devlet tarafından sakıncalı ilân edilmesine rağmen toplumun ona sultan muamelesi yapmasının, bu kadar çok teveccüh göstermesinin sebebinin sade yaşantısına duyulan bağlılık olduğunu anlar. 

Toplumun bu tavrını hayretle izler. Yıllar sonra o şaşkınlığını ilan eder. “Binlerce yazma kitap ellerde dolaşıyordu. Her tarafta yazılıyordu, köylerde, kazalarda hep Nur Risaleleri çoğaltılıyordu. O devir gönül alıcı bir devirdi. Güneşin doğuşu gibi bir zamandı. O tarihlerde Güvençli Köyü’ne gitmiştim. Bir akşam bir eve çağırdılar. Gittim. Bediüzzaman’ın yeni bir Risalesi çıkmıştı. Köylülere onu okuyacaktım. Tam ben okuyacağım esnada, onlar benden evvel davranıp başka bir Risalesini çıkarıp okumasınlar mı? Hayret içerisinde kaldım. Her evde, her köyde onun eserleri yazılırdı... Onbinler sahife çoğaltılırdı... Böyle bir şevk vardı. O akşam da şevkle okudular, biz de tatlı bir sevinç ve haz içinde dinledik.”

Bir tatlı feyz almaya geldik, ah Denizli’de, Denizli’de

Güveçli’den döndüğünde Bediüzzaman’ın Denizli’den ayrıldığını öğrenir. Elbette Allah iki acıyı birden yaşatmaz. Üstad gibi bir güneşi kaybettim, diye esef ederken Hasan Feyzi Yüreğil ile tanışır. Feyzi’nin etkisi üzerinde çok çarpıcı olur. Ona göre Feyzi temiz ruhludur. Âşıktır. Sevgiyle yaşayan adamdır. Bediüzzaman’a aşk ve muhabbeti had safhadadır. Üstad’ın ayrılığına dayanamayarak vefat etmiştir. Topçu yıllar geçse de böyle kirli bir asırda birinin aşktan vefatını bir türlü kafasına sığıştıramaz, hayretler içinde kalır.

İstanbul güzel, ama sen olmayınca bir şeyler hep eksik oluyor işte

Topçu, Denizli’den sonra İstanbul’a yerleşir. Üstad da 1952’de Gençlik Rehberi dâvâsı için İstanbul’a gelir. Haberi alan Topçu Üstadı ziyaret eder. Ertesi gün duruşmaya katılır. Duruşma çok uzun sürer. İkindi namazının vakti geçmek üzeredir. Üstad’ın bütün ömrü hayatın her alanında namazın hakkını vermek için geçmiştir. Dünya kâinatın seccadesidir. Ona bundan başka anlam yüklenmemelidir. Dünya işleriyle bu güzel seccade kirletilmemelidir. Yavaşça ayağa kalkar. “Siz kararınızı verin, ben namaza gidiyorum” diyerek yürüyüp gider. Topçu’nun da belirttiği gibi dünya umurunda değildir. İdam verecek olsalar dahi aldırmıyordur. “Allah’ın lütfuna mazhar olmuştu(r), herkese vermez Allah bunu.”

Bediüzzaman’ın kerametleri ve namı dalga dalga yayılmaya başlayınca bazı çevrelerde kıskançlık ve öfke karışımı duygular yaşanır. Bunlar zamanla yerli yersiz dile dökülür. Bu tür eleştirilere karşı Topçu ömrünün sonuna kadar daima Üstad’ı savunur: 

“Bediüzzaman birçok mü’minin imanını takviye eder ve kuvvetlendirir.”

Okunma Sayısı: 7221
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı